1.BÖLÜM: "ARAFTA KALMIŞ RUH"

303 41 36
                                    

Mad World - Gary Jules

Sena Şener - Dostum Değil Uykular

1.BÖLÜM: ARAFTA KALMIŞ RUH

Ebru sanatını bilirsiniz. Kapta bulunan su birikintisinin yüzeyine farklı renklerde mürekkep damlacıkları damlatılır. Bu damlalar su ile buluştuğunda farklı bir boyut kazanır. Ebru sanaatkârı su yüzeyinde oluşan renk karmaşasına fırçasıyla dokunuşlar yapar. Su yüzeyine yeni anlamlar yükleyen sanaatkâr, eserinin kağıtta can bulması için kağıdı su ile buluşturur. Gerekli süre bekletildikten sonra kağıt kurur ve eser tamamlanmış olur.

Ruh insan bedenine can vermeden önce ruhun kaderi yazılır.

Ben bunu ebru sanatına benzetirim.

Tanrı ebru sanaatkârı ise yazılmış olan kaderim de üzerine mürekkep damlattığı suydu. Katran rengindeki suyun üzerine birkaç damla kırmızı ve sarı mürekkep serpiştirdi.

Hoş, suyun karanlığı içerisinde kaybolan renkli mürekkep damlacıkları kağıtta yerini alacak mı? Emin değilim.

Sanaatkâr kağıdı su ile buluşturduğunda ruhun kaderini kağıda mühürler.

Peki, mühür bozulabilir miydi?

Ruhun kendisi hayat bulamamışken bir bedene nasıl yaşam vadedebilirdi?

Bombardımana uğramış yıkık dökük bir şehir gibiydim; yılmış, yorgun, toparlanamayacak halde. Ne yapacağımı nereye gideceğimi bilmiyordum. Etrafımda kimse yoktu. İnsanın arada bir yalnız kalması normaldir. Benim içim dışım yalnızdı. Bir insanın içi dışı nasıl yalnız olur? demeyin. Ruhun, benliğin, kalbin, evin, geldiğin yollar....

Yanınızdakilerin farklı nedenlerden tek tek gidişi, nasıl veya neden gittiklerinin hiçbir önemi yok. Sadece gitmiş olmaları, o an yalnız oluşunuz ve artık yanınızda olmayışları sizi ilgilendirir.

Hastaneden kaçıp eve gitmiştim. Evde sehpanın üzerinde ismimin olduğu zarfta bir kağıt vardı. Kağıdı okuduktan sonra kendimi bu uçurumun kenarında bulmuştum. Nasıl geldiğimi bilmiyorum. Düşünecek halim bile yok. Elimde buruşturduğum kağıdı cebime koydum. Esen soğuk rüzgar saçlarımı okşuyor, kayalıklara çarpan dalgalar kıyafetlerimi ıslatıyordu. Denizden firar edip bağımsızlıklarını ilan ederlerken, üzerime pençelendiklerinde aslında kıyafetime tutsak oluyorlardı. Özgür olmak isterken yok olmak.

Uçurumun kenarında ayaklarımı sarkıtmış oturuyordum. Her şey benim yüzümden olmuştu. Gözlerim dolarken gökyüzü bulanıklaşıyordu. Derin bir nefes aldığım gibi burnumdaki yaralar sızladı. Gözyaşlarımı elimin tersiyle silerek aşağıya doğru bakındım. Aslında yükseklik korkum yoktu ama parmak uçlarımdaki uçurum oldukça korkutucuydu.

Dalgalar öfkesini kayalıklardan çıkarırcasına çarpıyordu. Her defasında daha kızgın. Daha sert. Yaşadıklarımızı yüzümüze çarpar gibi...

Gözlerimi denizin ortalarına doğru kaydırınca dalgalar sakinleşiyordu. Sakin, huzurlu olan hayatlar gibi...

Gözlerim daha da uzağa tırmandığında denizin ucu bucağı yok gibi duruyordu. Sonuna bakmaya çalıştım. Denizin son bulduğu yere. Görünmüyordu. Gökyüzüyle denizin birleştiği yer gibi bir şeydi. Karanlık bir çizgi vardı. Ne denize ait ne de gökyüzüne. Arafta kalmış. Benim gibi. Ruhum gibi...

UÇURUMHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin