DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

253 59 65
                                    

Selam gençlik!

Yavaş yavaş ilerliyoruz ve fikirlerinize ihtiyacım var.

Sizce hikaye nasıl gidiyor?

Lütfen her zamanki gibi samimi yorumlarınızla bana yol gösterin.

Seviliyorsunuz.


                                     DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

VEDA

Beyefendinin angaryalarını saymazsak,aslında bütün o kaotik havasına rağmen set eğlenceli bir ortamdı.Bir sahnenin çekimi öncesi sıkı bir koşturmaca hüküm sürüyordu.Herkes sorumlu olduğu işi kusursuzca bitirmeye çalışıyor ve yönetmenin "başla" komutuyla ortalık süt limana dönüşüyor,artistlerin sergilediği oyuna odaklanıyordu.

Film Ağva'nın renk renk otantik evlerin sıralı olduğu daracık sokaklarında çekiliyordu.Anladığım kadarıyla konusu ise eşini kaybetmiş ve minik otistik oğlunu tek başına yetiştirmek için mücadele veren genç bir babanın yürek burkan hikayesiydi.

Tuna Uğur babayı canlandırıyordu ve doğrusunu söylemek gerekirse canlı performansını izlemek gerçek bir ayrıcalıktı.Öylesine güçlü bir rol yeteneği vardı ki,tek bir hareketi,tek bir mimiği dahi sahte ya da zorlama görünmüyordu.Beni asıl şaşırtan ise yönetmene ve iş arkadaşlarına karşı olan tutumuydu.Son derece profesyonel,toleranslı ve set işçisiyle,baş roldeki aktriste eşit davranacak kadar adil tavırlıydı.Ne var ki titizliğinden de hiçbir surette feragat etmiyordu,herkesten kendisinin sergilediği disiplini ve ciddiyeti bekliyordu.Bana gelince,gerçek bir hizmetçiymişim gibi oradan oraya koşturtmaktan hiç çekinmiyor,hatta bundan zevk alıyor gibiydi.Belki de işi bırakıp,gitmemi umuyordu,ama alacağı olsundu.Ben öyle kolay pes edenlerden değildim ve bugüne kadar hiçbir işten kaçınmamıştım.Yıllardır önce üniversiteyi bitirmek,ardından işimde iyi olmak için gece gündüz didinmiştim ve kibirli bir aktörün saçma kaprisleri beni yıldırmaktan bir hayli uzaktı.

Of of,hadi haksızlık yapmayayım.Kaprisleri saçma falan değildi,hatta kapris bile denemezdi.Adamın belli bir düzeni ve alışkanlıkları vardı ve istedikleri her zaman makul olmasa da,anlaşılabilir şeylerdi.

Öğlen yemeği molasında herkes anlaşmalı bir lokantanın yolunu tutarken,Tuna bey,sabah ilk iş içki zulası kontrolünden geçirdiğim karavanında kısa bir duş alıp,üstünü değiştirdi ve beni sokağın aşağısına doğru heyecanla sürükledi:

"Biraz ileride nefis ev yemekleri yapan bir yer buldum.Şansımız varsa geçen gün yediğim yaprak sarmalarından sen de tadarsın.Gerçi Handan hanım da iyi yemek yapar,ama buradakilerin eşi yok."dedi hevesle.

Suratındaki çocuksu ifade ve ani dostça tutumu bana neredeyse sabahki kabalığını unutturacak cinstendi,ancak bu sürprize mesafeli duruşumu bozmaya yetecek kadar da güvenmedim elbette.Adam cidden dengesiz izlenimi veriyordu.Yine de çekimler sırasındaki konsantrasyonu ve baş rolün icabı uzun tekstlerin ezberi,yetmedi diğer artistler yüzünden uzayan tekrarlar bu değişken ruh halini bir ölçüde açıklayabilirdi.Bu artistlik işi göründüğü kadar kolay ya da eğlenceli değildi,ciddi bir emek ve fazlasıyla stres içeriyordu.

Biraz kuytuda kalmış,birkaç basamak aşağıya inip,ulaştığımız "Sıla ablanın yemekleri" adındaki küçücük mekan sadece bir sokak ötedeydi ve Tuna beyin bayıldığı sarmalar bugünün menüsünde de vardı.Onun dışında ortak bir onayla birer kase ev yoğurdu ve biraz da etli börek yedik.İkimiz de tatlı istemedik ve içeceğimiz sadece sudan ibaretti.Aynı yemeği yemek bizi biraz yakınlaştırdı mı derseniz,hayır,ne yazık ki Tuna bey belki de bilinçli olarak cılız diyalogumuzu oldukça yüzeysel tuttu.

VEDA ETME!Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin