"ACI BAL"

50 6 1
                                    

Acımadı ki diyor çocuk kalbim.Ama herkes görebiliyor çok acıyor.

Biliyorum hala kanıyor. Duyabiliyordum kalbimin yalvarışlarını.

Ama hala dikemiyordum yaralarımı. ipinin ucunun kaçtığı paslı iğne, ciğerime saplanmıştı.  Usul usul kanıyordum aynı yerden.Bembeyaz bir sayfa iken elleri kalem karasıyla kirlenmiş bir adam tarafından çizilmiş, o bembeyaz rengimden eser kalmamıştı.

 Artık siyaha çalan rengimle , kapkaranlık kalakalmıştım. O adamın ellerinden sağ çıkamamıştım. Bir zaman vardı. Sürekli içinde dönüp durduğum, yollarının karanlık ve dar olduğu. İçinde, hapsolduğum bir sokak, ne zaman aralık bir kapı görsem can havli ile kapıyı aralıyor ve ardında beni bekleyen güzel bir geleceğin olması umuduyla içeriye dalıyordum. 

Fakat sonuç hep aynı oluyordu. Ben bu zamanın içine sıkışmış bir yolcuydum. Başladığım yere geri dönüyordum hep. Bütün yolları ve sokakları ezberlemiştim. Bana göre buradan bir kaçış yolu yoktu, Yıllardır kaçacak tek bir delik bile bulamamıştım. Zaman, benim için kurguladığı oyununu acı bir döngü içerisine yerleştirerek oynamıştı ve ben ne zaman  aralık bir kapı görsem içeriye bakma gereği bile duymuyordum artık. Çünkü her kapı geçmişime açılan bir kabus gibiydi ve ben ne zaman uykuya dalsam aynı  uykunun kabusunda buluyordum kendimi. 

" O Artık Nişanlı Bir Adam"

Sabah ezanı okunurken, ben hala ekrana bakmaya devam ediyordum. Ekran kapanıp karanlığa gömüldüğünde, hırsla telefonun düğmesine basıyor ve ekranı aydınlığa kavuşturuyor, tanımadığım numaranın gönderdiği, bende ne hisler uyandırdığını kestiremediğim o mesaja dikmiştim gözlerimi. Dalgın ve ruhsuz bakan gözlerimi fotoğrafa kaydığı dakika,kapalı kapıdan dışarıya sızan anılar bir filmin fragmanı misali döküldü göz perdeme;

"korkuyorum"  dedim sıkıntılı bir sesle. Odanın içinde endişeden dönüp duruyordum. 

Sakin bir tavırla oturduğu yerden kalktı. Göz ucuyla onu izlesem de odanın içinde volta atmaya devam ediyordum. Sonunda önümde durup, büyük elleriyle yüzümü avuçladığında gözlerimi sabırsızca gözlerine diktim. O böyle zamanlarda, yani gözlerini gözlerimle birleştirdiğinde sakinleşiyordum. Bunu biliyordu; Toprak rengi gözleri bana güven vermek istercesine parlıyordu. Sarhoş olmak için veya sakinleşmek, dolu ıvırzıvırları yapmama gerek yoktu benim. Onun gözleri en iyi sakinleştirici, gülüşü ise mutluluk sebebim olabiliyordu her zaman. 

"Sakin ol artık bal" 

O böyle bana yakın dururken ve kendine özel çok sevdiğim kokusu ılık  bir esinti eşliğinde burnuma dolarken sakin kalmam mümkün değildi. Birden ne için endişelendiğimi unutup, onun esareti altına girmiştim bile. Kalbim hayatta olup olmadığımı sorgular gibi göğüs kafesimi tekmelerken, gözlerinin neden bu kadar güzel olduğunu sorguladım. 

Esmer teni, yüzüne çok yakışan koyu kahve rengindeki sakalları ve sağ yanağındaki, sol yanağından daha genişçe duran gamzesi öyle çok hoşuma gidiyordu ki hayran kalmamak elde değildi. 

Ve tabi ki o gözleri. 

Toprak rengi o gözlerinde gizlenmiş her şey bir kasada saklıydı ve bazen şifreyi kırıp içeri girdiğim günler olurdu. Çoğu insana soğuk ve boş bakışlar atan o gözler, benim gözlerimle birleşince bana fısıldarlardı. Benimle sadece göz teması kurarak anlaşırdı. Bana masallar anlatır, uyuyamadığım geceler masalların güzelliğini düşünerek dalardım uykuya.

"Sana ne dediğimi hatırlıyor musun? " gözlerinin içine bakmaya devam ederken yavaşça başımı salladım. 

"Korktuğunda veya endişelendiğinde adımı söyle"  dedi.  Bir adım yaklaşıp, alnını alnıma yaslarken, hafif bir şekilde tebessüm edip ciddi bakan gözleri, gözlerimle teması kesmeden   ekledi;

DÖNGÜHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin