İçime ilmek ilmek işlenmiş o yalnızlık ve güvensizlik hissi her zaman ensemin dibindeydi, sanki nefesim gibiydi benimle yaşıyordu ama benimle yaşlanmıyordu .güneşten esirgediğim solgun yüzüm düşüncelerimin karmaşası içinde alnımdan başlayarak minik damlacıklar halinde ter birikintisini Şakaklarımdan aşağıya yollarken ;neyin içinde olduğumu kavrayamadım. Kaşlarım bir an çatılır gibi oldu; ağzım kelimeleri kusmak istiyor fakat yapamıyor gibi açılıp tekrar kapandığında, içinde olduğum dünya da benimle birlikte dönmeye başladı. ince kaşlarım çatılırken yüz ifademi elimden geldiğince yüzümü ifadesiz tutmaya çabaladım.
gri ve mavinin arasında kalan donuk gözleri yüzümde dolanıyor, gözlerimden geçen bütün duyguları tartmak istiyor gibi dikkatle beni inceliyordu.
sonunda sıkılmış gibi havada duran elini geri çekerek, yüzüne tıpkı bir zırh gibi giydiği ifadesiyle tekrar konuştu; "otur lütfen"
her ne kadar sonuna rica kelimesi içeren cümlesine baksam da aslında bunun bir ricadan çok uzak bir emir olduğunu yüzü gibi sert olan ses tonundan kavrayabilmiştim.
dakikalar sonunda kendimi toparlayabildiğimde, bakışlarımı net bir şekilde gözlerine çevirdim. içimde kendini savunmaya geçen hırçın tarafımın uyanmaya başladığını hissediyordum
onun ortaya çıkması demek kaosun ta kendisi demekti , yine de içimdeki duyguları bastırmaya çalışarak çenemi dik tutmakla yetindim.
gözlerim bu defa kısık bir şekilde karşımda duran adama bakmaya başladığında gözlerimin silah, kelimelerimin ise kurşun olduğunu biliyordum.
"ben sadece staj için burada olan bir üniversite öğrencisiyim, işe aldığınız geçiçi bir stajyer bile olsa ona çok çalış demek için kamçı kullanabildiğinizi söylemeniz biraz tuhaf değil mi?
İçimdeki öfkeli taraf sarf ettiğim sözlerden memnundu ve boyun eğmeye hiç niyeti yoktu.
ardından hız kesmeden sözlü saldırıma devam ettim; "şirketinizi çalışanlarınıza kendisini şeytan olarak tanıştırıp tembellik ettikleri zaman hırpalayacağınız bir kamçı neden olayım ki?"
Fakat umduğum gibi olmadı, karşımdaki adam bir tek mimik bile oynamadan dümdüz bana bakmayı sürdüğünde afallayan o değil ben olmuştum.
öylece yüzüme bakarken istemsizce kuruyan boğazımı yüksek sesle temizledim içimde tedirginlik tohumları yeşerirken konuştum;
"bana.... bir cevabınız yok mu? tek kaşımı kaldırarak sorduğu soru onu keyiflendirmiş gibi sonunda bir tepki verebildi çok küçük saniyelik de olsa gülümsediğini görmüştüm.
"Geri adım atmaman hoşuma gitti Özgüvenin ve cesaretin takdire değer fakat..."
yavaşça adımlarını benden koparıp masaya doğru yürüdüğünde, içerinin şimdi daha karanlık olduğunu fark ettim.
perdeler gün ışığını kesinlikle içeriye davet etmiyordu.
"Toprak Doğan... onu tanıyorsun öyle değil mi?"
söylediği isimle bakışlarımın tıpkı ok gibi yüzüne saplanması bir oldu. Konuşmama izin vermeden devam etti.
Ruhumu ateşe verip beni yok edecek kadar bomboşluğun içine atan bir varlık vardı,
Öyle kuvvetliydi ki, belki de Tanrının yarattığı hisler diyarının bekçisiydi.
yumruk kadar kalbimize onca yük ekleyen bizler değil miydik?
o diyarın bekçisi belki de şuan sadece bana acıyor olabilir miydi?
bu mümkün olabilir miydi ki?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DÖNGÜ
Teen FictionO Bir katildi. karanlık dört duvarında , Yine kara tahtında oturmuş ellerinde onun adını haykıran kalbimi tutuyordu. En ince ayrıntısına kadar ezberlediği kalbimi , keskin ve karanlık gözleriyle inceliyor, Elindeki keskin uçlu , kelimelerinin zeh...