Jimin ile Jeongguk, 20 yaşında
Jimin hala Jeongguk'un göğsünde ağlıyordu, tişörtü parmaklarıyla sıkarken hıçkırıklarının gücüyle bedeni sarsılıyordu. Ona tutunup bir sığınak arıyordu. Ama bu haberleri alan Jeongguk kendi düşüncelerinde kaybolmuştu, donakalmıştı ve gözleri takıldıkları yerden ayrılmıyordu.
Çünkü Jimin'in ailesi öz ailesi gibiydi onun için.
Cinsel yönelimi yüzünden annesini kaybettiğinde, Jimin'in ailesi onu desteklemiş ve onun yeni ailesi olabileceklerine dair söz vermişlerdi. Onlar sevecen ve yardımseverdiler, Jeongguk'a genç yaşta büyümek ve olgunlaşmak için ihtiyaç duyduğu ilgiyi ve desteği bıkmadan veriyorlardı. Onlar olmadan Jeongguk artık kim olduğunu bilmediğini fark etti.
Bir eli Jimin'in belini okşarken bir şeyler yapması gerektiğini biliyordu ama kendini kaybolmuş gibi hissetti, hiçbir şey yapamıyordu.
“Jimin…” Sesi çatladı, kendi de gözyaşlarını akıtmaya çok yakındı. “Tam olarak ne olmuş? Konuş benimle, anlat lütfen.”
Jeongguk sersemliyor gibiydi ve başı dönüyordu, binlerce şeyi birden düşünüyor ama aynı anda hiçbir şeye odaklanamıyordu. Jimin'in ailesinin son anlarını düşündü, başka bir arabayla çarpış anlarını ve o an kader tarafından ölüme terk edilmelerini. Son anlarında neler hissettiklerini merak etti. Sonra acaba bütün bu sorularına bir gün cevap alacak mı diye merak etti ama sonra hemen anladı ki, hayır, asla alamayacaktı.
Doğru olamazdı, ölmüş olamazlardı.
Jimin daha çok ağlayıp başını hızla sağa sola salladı.
“Lütfen, lütfen. Sadece tut beni, lütfen.”
“Bebeğim.”
“Lütfen.”
Jimin'in sesi çatlamış ve bir hıçkırık tufanı daha kopmuştu boğazından. Jeongguk hızlı davranıp Jimin'i kendine çekti ve yatakta sarılmalarını sağladı. Jimin bedenine sığınıp ağlamaya devam ederken yüzünü Jeongguk'un boynuna gömmüştü. Bir süreliğine konuşmadılar. Konuşacak bir şey yoktu. Jimin'in ailesi ölmüştü ve olay buydu. Acıyı dindirecek veya gerçeği değiştirecek diyebilecekleri hiçbir şey yoktu.
Hiçbir şey kırılan kalplerini onaramazdı.
Hiçbir şeyin mantıklı bir açıklaması yoktu ama Jeongguk bundan sonra hiçbir şeyin olduğu gibi kalmayacağının da farkındaydı.
*“Busan'a dönelim.”
Jimin için hazırladığı çaydan bakışlarını kaldırdı Jeongguk, değişik yöntemlerle onu teselli etmeye çalışıyordu. Çay her derde devaydı, sıcaklığının ve tadının Jimin'e iyi geleceğini ve o kadar ağladıktan sonra biraz sıvı tüketmesi gerektiğini düşünüyordu.
Üzücü haberleri almalarının üzerinden iki gün geçmişti. İki gün boyunca hiçbir şey yapmamışlardı. Jeongguk işyerini arayıp hasta olduğunu söylemiş ve derslere katılmamıştı, Jimin ise süreli çıkış almıştı. Busan'daki akrabalarını arayıp kaza hakkında mümkün olduğunca bilgi edinmeye çalıştılar, ama kimse tam olayı bilmediği için sadece eksik parçalı, sisli bir resim oluşmuştu kafalarında.
Olayı bilmemek Jimin'in sinirlerini bozuyordu, öfkeli ve asabiydi. Ağlamadığında sinirle kendi kendine konuşuyordu. Keder konusunda biraz anlaşamadıkları şeyler vardı.
“Jimin…” Jeongguk dikkatlice başladı konuşmaya, Jimin ile bunun hakkında tartışmak istemiyordu. “Paramız yok.”
Jimin anında ifadesi düşmüştü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
mono no aware 🌼 jikook (çeviri)
Fanfiction"Odayı acı ile aydınlatabilseydik, şüphesiz çok ihtişamlı bir ateş olurduk." -Ada Limon, Bright Dead Things Sonsuza kadar beraber kalacaklarından adları kadar emin olan Jimin ve Jungkook New York City'ye taşınıp evlendiklerinde sadece 18 yaşındalard...