3.2 🌼

4.1K 389 124
                                    

Bölüm şarkısı: Billie Ellish- idontwannabeyouanymore

Jeongguk binaya adım attığında sonunda rahatlıkla tuttuğu nefesi verebildi.

Bugün yapması gereken fazla bir şey yoktu, sadece biraz photoshoplayıp resimleri düzeltecekti. Erken gelmesinin nedeni Namjoon'a bu ay piyasaya çıkarılacak sonbahar kıyafetlerine son dikişleri eklemekte yardım edecek olmasıydı. Namjoon tam bir mükemmeliyetçiydi ve çalışmalarını tekrar ve tekrar gözden geçirip onları beğenip güven duyana kadar devam ederdi.

Kulaklarını kapatan bereyi düzeltip saçının her taraftan çıkmış olmamasını ve iyi göründüğünü umdu, sonra asansöre bindi.

"Joon hyung!" diye seslendi kendinden büyük adama seslice ve onun olduğu yere doğru ilerledi odanın içinde. "Kendime kahve yapmaya gidiyorum. Birazdan dönerim!"

Uzaktan mırıldanan 'tamam' cevabını aldıktan sonra fazla stresli bir gün geçirmek zorunda olmadığı için hafifçe gülümsedi Jeongguk. Yapması gereken tek şey arkadaşının yanında biraz zaman geçirmekti, sonra ofisinde saklanıp resimleri düzenleyip yayına hazırlayabilirdi.

Ama küçük mutfağa adım attığında mutluluğunun sadece kısa süreli olduğunu anladı.

Çünkü tabii ki içerde menajer Seokjin ile Jimin oturuyorlardı.

Belki şimdiye kadar Jimin'i görmeye alışmış olması gerekiyordu. Aynı şirkette ve aynı bölümde çalıştıklarını, ve birbirlerini görüp beraber çalışmalarının da kaçınılmaz olduğunu biliyordu. Ama Jeongguk onu görmeden koskoca iki buçuk yıl geçirip onu hatırlatan her şeyden kaçmıştı. Ve şimdi de gördüğü, hissettiği her şey oydu.

Jeongguk boğazını temizleyip odaya girdi ve onlara bakmamak için bakışlarını kaçırdı.

Artık o profesyonelleşmişti ve geçmişindeki hatayı tekrarlamayacaktı. Kendinden taviz vermeyecekti. Daima rahat ve etkilenmemiş gibi görünecekti, aynı Saint Laurent'in baş fotoğrafçısına yakıştığı gibi.

Odadaki üçüncü varlığı hisseden Seokjin ve Jimin bakışlarını kaldırdı ve içerideki gerilim birden arttı. Jimin saldalyesinde rahatsızca kıpırdandı ve Seokjin neredeyse göz korkutucu bir şekilde sessizce hımladı.

Bununla pek ilgilenmedi Jeongguk.

Bir fincan alıp kahve makinesinin hemen altına koydu ve gerçekten ihtiyaç duyduğunu fark ettiği için 'espresso' düğmesine bastı.

Ayağını ritmik bir şekilde yere vurdu Jeongguk içeceğinin bitmesini beklerken ve sonra biraz süt ekledi. Derin bir nefes alarak bir kaç saniye gözleri kapalı bekledi, sonra arkasını dönüp mutfaktan çıkmaya yöneldi. İki erkeğin oturduğu yere kısa bir bakış atmaktan geri tutamadı kendini ve sonra neredeyse pişman oldu.

Çünkü Jimin yemek ile dolu bir tabağın önünde oturuyordu... ama daha dokunmamıştı bile.

Jeongguk derin bir nefes aldı ve durumu gereğinden fazla analiz etmeden odayı terk etmek için bir adım attı.

"Jeongguk, öyle değil mi?" diye seslendi ona tanımadığı bir ses, muhtemelen Seokjin.

Duraksayan Jeongguk ne yapması gerektiğini düşündü. Odadan çıkıp Seokjin'i duymamış gibi yapabilirdi. Ama öyle yaparsa onun kaba biri olduğunu düşünürlerdi, ki tam tersiydi. Kendini saygısız biri olarak tanıtmak istemiyordu.

Tekrar arkasını dönüp yüzüne bir gülümseme yerleştirmek zorunda kaldı, ama Jimin'e bakmayı hâlâ reddediyordu.

"Selam. Evet." diye selamladı onu. Ondan beklenildiği kişinin maskesine büründü, tatlı dilli ve kibar. "Ben Jeon Jeongguk, Saint Laurent'in baş fotoğrafçılarından biri."

mono no aware 🌼 jikook (çeviri)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin