Uyumuyorum ve seni izliyorum. Gittiğin her yeri, kokladığın her çiçeği ve bastığın her adımı biliyorum. Kim demiş temel ihtiyaçların arasında senin olmadığını.
Ah Suga bir bilsen gülümsediğinde yanaklarında oluşan sevimli çizgileri. Keşke benim gibi görebilseydin seni.
Saç tellerinin inceliğini hissetmeni isterdim ya da bir şeyden tiksinince dudağının aldığı şekli.
En çok da ellerimizin uyumunu görmeni isterdim ama bundan çok uzaksın. Ah tabiki seni suçlamam Hyung. Seni izlerim ve özlerim sonsuza kadar.
Boyunun benden kaç santimetre kısa olduğunu bilmiyorsundur ya da benim adımı bile bilmiyorsundur.
Bunları öğrenmen dileğiyle yaşamıyorum Suga ama
bunları öğrenmeyi istemen dileğiyle yaşıyorum.Her nefesinde beni hatırla isterim.Ve bir gün tökezlediğinde seni tutacak kişinin Chimchim değil de Hoseok olduğunu bilmeni isterim.
Sevgilerle, kahramanın
*
-Yaklaşık 10 yıl önceydi. Yani onu bulduğum vakit buydu. Soğuktan titriyor ve minik bacaklarını kendine doğru çekerek ısınmaya çalışıyordu. Yağmurluydu hava o gün gayet net hatırlıyorum. Üzerimdeki yağmurluğu hiç düşünmeden çıkarmıştım, onun üzerine sererken hafifçe başını kaldırıp bana bakmıştı. Dudakları kuruydu ve çenesi ağlamaklı bir hal almıştı. Ona gülümsedim. Yaşadığı tüm her şeyi unutturmak ister gibi kocaman gülümsedim ona ve adımın
Jung Hoseok olduğunu söyledim. Elimi ona uzatıp kalkmasına yardım ettiğimde hemen bana sarıldı. Ağlıyordu ve güneş gibi gülümsediğimi söyledi. Dayanamayıp ben de ona sarıldığımda adını sordum. Sanki adını unutmuş gibi davranıyordu. Önce kekeledi ve sonra Suga dedi. Şaşırmıştım ama hemen değiştirdi. Bu sefer cevabı Min Yoongi idi. O gün daha hiç konuşmadık. Sıkıca elini tuttum ve yeni evine doğru götürmeye başladım. Biliyordum ki bir daha asla bu beyaz porselen yüzü ve siyah gözleri unutamayacaktım.Jin yerinde huzursuzca kıpırdayıp sınıf arkadaşının yüzüne baktı. Dalgın gözlerinin içindeki son umut tanecikleri sönmüş ve yerini doğacak bir ateşin kıvılcımları almıştı.
-Ben ne desem bilmiyorum.
Jin kendini cevap vermek zorunda hissetmişti ve saçmalıyordu. Diyecek bir şey yoktu ki ne olabilirdi zaten.
Hoseok başını sıraya yasladı ve derin bir nefes aldı.-O ikisi kaç gündür okula gelmiyorlar ?
Jin sorunun tehditkâr havasıyla geriledi ve hesaplama yapmaya çalıştı.
-Yaklaşık 6 gün.
Hoseok'un sinirleri iyice gerilmişti ve hızlıca başını kaldırdı. Etrafı yakıp yıkmak sonra da küllerin arasında ağlamak istiyordu.
Ne zamandan beri böyleydi araları Yoongi ile.
Ne kadar hızlı silip atıyordu insanları. Hiç kimse umrumda olmamıştı bu 17 yıllık hayatında ve olmayacaktı.
Hoseok'un canını en çok acıtan da Yoongi'ye hiçbir şey hissettiremeyecek olmasıydı.
Oturduğu sıradan tökezleyerek kalkıp dışarı çıktığında Jin'in tek yapabildiği güneşin batmasını izlemekti.
*
Taehyung ile Jungkook 2 senedir arkadaştılar. Tabi Kook'a göre bu arkadaşlık tanıştıkları günden iki saat sonra bitmiş ve yerini farklı bir duygu almıştı.
Taehyung'un griye boyanmış saçlarına baktı. Her zamanki gibi mükemmel kokuyorlardı. Evi bok götürmesine rağmen her gün oradan böyle güzel çıkması olağanüstüydü. Jungkook önündeki kütle çekim teorileri kitabına baktı. Yarına yetiştirmesi gereken bir fizik projesi vardı ve son gün gelene kadar yatmıştı.
-Hey uzaylı sence serbest atışa bırakılan bir sarkaç neden ilk yüksekliğine geri dönemez?
Taehyung ona boş gözlerle baktı ve daha sonra gülümsedi.
-Suyun kaldırma kuvveti.
İkisi birlikte gülerlerken kütüphane görevlisi hiç eğlenmiyordu. Sıkıca bağlanmış saçları ve vücudunun her bir hücresini belli edecek şekilde giyinmiş bu kadın tam bir terminatördü.
-Siz ikiniz hemen dışarı!
Okulun koridorlarında yürürken Kook, Tae'ye iyice sokuldu.
-Bu Jiminnie gerçekten onu seviyor demek ha.
Taehyung'u buruk bir şekilde gülümsetmişti bu. Dalgın gözlerle okulun parlak parkelerine bakmaya başlamıştı bile.
Bu bakış Jungkook'u ürkütmüş ve içini kıskançlıkla doldurmuştu.
-Sen... üzülüyor musun bu duruma?
Taehyung hemen başını kaldırıp Jungkook'un gözlerinin içine baktı. O kadar derin baktı ki vereceği cevap bu sorunun mutlak sonuydu.
-Asla.
Yoongi ile 3 yıl önce tanışmıştı.
Turkuaz saçları vardı ve mavi lens takıyordu o gün. Her ikisi de özel sanat eğitim kursunda üst sınıf öğrencisi olarak okuyorlardı. Yoongi o kadar donuk bakıyordu ki tuvale, Taehyung onun yanına gitmeden edememişti.
Usulca arkasından yaklaşıp resme baktığında gördüğü şey olağanüstüydü. Sanki karşısındaki kişi Da Vinci'nin reenkarne hali ve çizdiği şeyde ikinci Mona Lisa idi.
Tuvaldeki dudaklar o kadar göz alıcıydı ki Taehyung bu gerçekçi dolgunluğa ve pembe renge hayran olmuştu. Gözler ise yana doğru çekik ve alıştığından çok daha büyüktü. Küçük ellere sahip bu kişinin arkasında biri daha vardı ve onun tek yaptığı bu güzel varlığa bakmaktı.
Taehyung hayranlıkla Yoongi'ye baktı ve sırtına elini koydu.
-Olağanüstü olmuş. Bu kim?
Yoongi kendisine yöneltilen bu soruyla arkasına dönmüş ve elindeki fırçayı koymuştu.
Taehyung o zaman fark etmişti karşısındaki yüzün ne kadar feminen ve ne kadar maskulen olabildiğini. Daha o zamanlar Yoongi kibarlık kalıntılarının dibini kullanıyordu.
-Beklediğim.
Taehyung resme iyice baktı ve arkada bulunan kişinin Yoongi'ye çok benzediğine karar verdi.
-Bu sensin.
Yoongi tekrar resme döndü ve başını salladı.
-İsmim Min Yoongi. Seninki?
Taehyung heyecanla cevap verdi.
-Kim Taehyung.
Zaman geçtikçe anlıyordu Taehyung. Tuvaldeki güzel kişinin tanıdığı birine benzediğini düşünüyordu. Büyük dudaklar ve güzel gözler. Minik eller ve esmer ten.
Tabi ya beklenilen kişi... Beklenmesi gereken kişi...
Yoongi'nin en sevdiği... Taehyung anlamıyordu bir türlü bunu. Parçalar o kadar oturmuyordu ki birbirine. Kook'un sesiyle kendine geldi.
-Taehyung sen iyi misin?
-Yoongi'nin evini biliyor musun ?
Jungkook bu soruyla birlikte şaşırdı ve Tae'nin ciddi olup olmadığıni anlamak için yüzüne baktı. Gayet ciddiydi.
- E-evet.
-Okul çıkışında gidiyoruz.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Guardian Angel • Yoonmin
FanfictionBundan sonra ölmek,unutulmak olarak bilinsin.