0.3

446 67 14
                                    

ulan take off moralimi yerle bir etti şimdi ben nasıl kalp krizi geçirmeden hikaye yazayım.. şaka klip çıkmadan önce yazmıştım, keyifli okumalaarr eheheheh.

-

Oturduğum yerden hızla kalkarak masada duran kitabı hızla elime aldım. Lucas'ın evinde ki kütüphanedeydim. Gerçekten, hangi evde lanet bir kütüphane olurdu ki? Lucas bunun için neredeyse tüm mal varlığını ortaya koymuştu. Bir yandan benim de işime geliyordu, burada saatlerce oturup kitap okuyordum. Bana seslenmesiyle mutfağa gitmeden önce elimde ki kitabı rafa düzgün bir şekilde yerleştirdim.

"Bugün eve misafirlerimiz geliyor," dedi bana hazırladığı kahveyi önüme koyarken.

"Ne misafiri?"

Karşıma oturup kahvesinden bir yudum aldı. "Dün dağda ki insanların birkaçını buraya çağırdım. Hafta sonu diye daha rahat olur diye düşündüm."

"Ama Lucas, sen o insanların hangisini tanıyorsun ki?"

Güldüğünde gülümsedim. "Benim sizden başka da arkadaşlarım var, Yangie."

Bir yudum aldığım kahvemi püskürtmemek için kendimi zorlarken, "Yangie mi?" diye sorduğumda o da gülmeye başladı. Sanırım bu lakabı şimdiden benimsemeye başlamıştım.

Lucas'la biraz daha muhabbet edip vakit öldürdükten sonra eve gelen kahyası hazırlıklara başlamıştı. Ben de kahyaya yardım etmiştim. Kadının adı Young'tı ama isminin aksiydi. Belki birazıcık yaşlı olabilirdi ama onu seviyordum. Lucas, annesi ve babasından ayrı bir evde yaşıyordu. Sebebini bilmiyordum, sadece böyle daha rahat olduğunu söylüyordu. Young ise annesi ve babasının evinde kahyaydı ama buranın kontrolünü de o sağlıyordu. Lucas'ın dediğine göre eskiden ona karşı çok disiplinliymiş ama şimdi Lucas büyüdüğü için ona çok karışmıyormuş. Bana göre de Lucas'ın bu yaşta olgun olmasının sebebi de bu kadındı.

"Lucas istedi diye kokteyl yapacak halim yok!" diye cırladığında gözlerim istemsizce kısılmıştı.

"Ama Young, burada gençler olacak. Neden kokteyl yapmıyorsun ki? Ben de sana yardım ederim."

Elinde ki bıçakla bir şeyler doğramayı bırakıp bana döndü. "Bana bak ufaklık, yoksa sende mi içki içiyorsun?"

Ağzım şaşkınlıkla açılırken kendimi toparlamaya çalıştım. "Ne? Hayır. Annem beni gebertir!"

"Güzel, sakın içki içme. Bak Lucas'a, o da içki içmiyor," derken bahçede süslemeler yapan Lucas'a bakmıştık. Gülümseyerek Young'a döndüm.

"Onu gerçekten çok seviyorsun, değil mi?"

"Hem de çok seviyorum. O benim kendi çocuğum gibi." Gözleri benimle buluşunca aslında yaşına göre yine de genç olduğunu anladım. Yüzünde çok kırışıklık yoktu. Saçları griydi. Boyatarak saçlarımın böyle olacağını bilsem hiç durmadan saçlarımı şimdi griye boyardım. "Ama seni de seviyorum, YangYang. Seninle de çok zamanımız geçti, sen hatırlamasan da."

"Keşke hatırlayabilsem. Ama değişmediğime eminim, mesela şu an seni çok seviyorum, Young."

Dediğime karşılık gülümsedi. "Değişmediğini ben de biliyorum." Kulağıma doğru yakınlaştıktan sonra, "Umarım bir gün hayalinde ki o erkeği bulursun," dediğinde gözlerim fal taşı gibi açılmaya başlamıştı.

"Sen bunu biliyor muydun?" diye sorduğumda yüksek sesle gülmeye başladı. Gerçekten, bir başkasına bu doğruyu söylemek yerine gelip Young'a mı söylemiştim ben?

"Önceden söylediğinde inanamamıştım ama şimdi hareketlerinden yine anladım," diye dalga geçtiğinde şaşkınlıkla gülmeye devam ediyordum. "Bana çok güvenirdin, o yüzden de hep bana anlatırdın."

Dediği şeye bir karşılık vermemiştim. Aslında ona güvenebileceğimi biliyordum. Umarım bunu bir başkasına da söylememişimdir. Ya da aptal gibi birisine ilan-ı aşk etmemişimdir. Öyle bir şey yapmış olsaydım ilan-ı aşk ettiğim kişi gelip bana bunu şimdiye kadar söylerdi herhalde, öyle değil mi? Aklımda oluşan soru işareti sayesinde hemen Young'a bakmaya başladım.

"Peki hoşlandığım birisi var mıydı?"

"Bir erkekten bahsetiyordun. Onu çok seviyordun hatta ama ismi neydi hatırlayamıyorum." Biraz durup düşündükten sonra, "Ah, Hendery. İsmi buydu!"

Hay sikeyim, Hendery de kimdi be?

"Yüzünü falan biliyor musun?" diye sorduğumda beni başıyla onayladı.

"Sürekli onun fotoğraflarını gösterirdin bana. Siyah saçları vardı, bir de güzel gamzeleri. Onu her şeyden çok seviyordun. Sonra o sana seni sevmediğini söylediğinde sen de bir motor kazası geçirip hafızanı kaybettin." Gözlerini kısarak, "Ben o çocuğu hatırlamanı tavsiye etmem," dediğinde derin bir nefes aldım. "Tanrı aşkına, neredeyse ölümden döndün. Bizi o kadar çok korkuttun ki!" Dediği şeye gülümsemekle yetinmiştim çünkü şu an kafamın içinde çok fazla ses dönüp dolaşıyordu. Geçirdiğim hafıza kaybıyla Hendery denilen kişiyi nasıl unutabilirdim ki? Aslında bir yandan unutmam normaldi. Ailemi bile sonradan hatırlamıştım.

Peki üç sene içinde neden Hendery'i hatırlayamamıştım?

Düşüncelerimden uzaklaşmaya çalışarak tüm hazırlıkları bitirdikten sonra Young'ı kapıya kadar geçirmiştim. Young'ın ardından birkaç kız eve geldiğinde bir tanesinin dün Kunhang ile atışan kız olduğunu fark ettiğimde onu incelemeye başladım. Uzun, sarı saçları vardı. Gözlerinin önüne düşen perçem onu daha da güzel kılıyordu. Neredeyse Kunhang ile aynı boydalardı. Kısacası, kız tamamen model gibiydi. Lucas onları selamlarken o kıza özel olarak sarıldığında gözlerim şaşkınlıkla açılmıştı.

Bence ben Xiao Jun'ı aramalıydım. En azından kendi yaşıtımla eğlenebilirdim. Buradakilerle aramda en az iki yaş vardı ve canım şimdiden sıkılmaya başlamıştı.

Telefonu elime alıp tam onu arayacağım sırada birisi karşıma geçip bana doğru eğildiğinde neredeyse çığlık atacaktım. Siyah saçları gözlerini kapatırken, yine gülüşü dikkat çekiyordu. Elini cebinden çıkartıp gözümün önünde sallayınca yutkundum.

"Beni hatırladın mı?" diye sorduğunda kafamı sallayıp tekrar ona baktığımda kalp atışlarım nedense bir anda hızlanmaya başlamıştı.

"Dün benden çakmak isteyen çocuksun," diye söylediğimde gülümsedi.

"Öyle de denilebilir." Saçlarını geriye doğru attırdı. Midemde oluşan değişik elektriklenme neredeyse çığlık atmama sebep olacaktı. "Merhaba, YangYang."

if i believe you ➸ yangderyHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin