"Zehirli Elma"

173K 3.1K 774
                                    

Herkesin sırları vardır değil mi? Kendisine ait olan, büyük veya küçük sırlar. Benim de birkaç tane var. Aslında ben onlara pek sır demiyorum. Demek istediğim, insan bazı şeyleri kendine saklamalı. Yani sizce de, bir şeylerin söylenmemesi ya da diğer insanların da dediği gibi 'sır olarak kalması' bazen daha iyi olmuyor mu? Mesela geçen ayki olayı ele alalım:

Derginin kapak çekimleri için stüdyodaydık ve kapakta yer alacak umut vaat eden oyuncu yeni saç kesimiyle ilgili ne düşündüğümü sormuştu. Doğrusunu isterseniz, fino köpeği gibi görünüyordu; fakat elbette bunu ona söylemedim. Bu, muhtemelen kızcağızın kalbini kırardı. İnanın bana, çekimden hemen önce umut vaat eden (ya da vaat etmeyen) bir oyuncuyu ağlatmak isteyeceğiniz son şeydi. Kırmızı ve şiş gözler kapakta pek hoş durmuyordu.

Hem zaten iyi sır saklamak sağlam bir dostluğun temeli değil miydi? Öyle olmasa bile, en iyi arkadaşım Banu'ya benim için baktığı tarot fallarından birinde şeytan kartını açtıktan sonra kartı yaktığım söylememin ne gibi bir yararı olabilirdi ki?

Kartı yaktığımı görmesin diye gecenin bir vakti kalktığımda diğer en iyi arkadaşım Akın'ı konuşurken duyduğumu da açıklamak zorunda kalırdım üstelik. Bundan Akın'ın bile haberi yoktu. Yani, henüz. Onunla konuşacaktım. Yakın zamanda. En azından bir senedir kendime böyle söylüyordum.

Bahane ürettiğimi düşünmeyin; ama sorun bunu söylemek istemememden çok unutmam bana kalırsa. Belki de listeme eklemem gerekiyordu.

Tabii ya, liste.

Yıllar önce gittiğim bir terapist -aslında terapistten çok yaşam koçu ve iyi hayat gurusu karşımı bir şeydi, huzur ve kdv içinizde saçmalıkları hani- sır olarak saklamaya karar verdiğim her şeyi bir deftere yazmamı tavsiye etmişti. Böylece onları unutmayacak ve kendimi hazır hissettiğimde açığa vuracaktım.

Arceveche Köprüsü gibi bir şey değildi yani, sırlarımı kendimle birlikte mezara götürmeye niyetim yoktu. Bu, daha çok taşların altına saklanan mektuplar gibiydi. Zamanı geldiğinde taşları kaldırıp mektupları bulacak ve hepsinin cevabını sahiplerine yollayacaktım.

İkinci çekmecemde duran not defterimi çıkardım ve kaldığım sayfayı buldum. Yazacağım cümleyi kafamda tasarladım.

-Akın'a uykusunda konuştuğunu söyle.

Tam defteri kapatmak üzereyken geride bıraktığım sayfaların kalınlığı dikkatimi çekti ve kendimi önceki yazdıklarımı merak ederken buldum. Bir önceki sayfayı çevirdim. Ondan önceki sayfaya baktım. Ve ondan öncekine de...

Bir yerlerde mutlaka yanlışlık olmalıydı. Bu kadar çok şey saklıyor olamazdım.

- Çakal Arzu'nun kristal vazosunu bilerek yere düşürdüm. (Yeni bir vazo alarak özür dile.)

Arzu kâbus patronum Güler Yazıcı'nın asistanıydı. Lakabının hakkını verircesine tam bir çakaldı. Tüm çalışanlar ondan nefret ederdi. Çünkü gözünü üzerimizden ayırmaz, en ufak hatamızı bile sevinçle karşılayıp sevgili patronumuza yetiştirirdi. Uyarı aldığımızda da hiçbir şeyden haberi yokmuş gibi gelip 'Aa ne oldu cınım ya?' diye sorardı.

Gözlerinizi kırpıştırmayın öyle, doğru okudunuz. Canım değil, cınım. Bunu bir de sinsi bir bakış ve sahte bir gülümseme eşliğinde söylediğini hayal edin. İşte bu Arzu, çakal Arzu.

Çalışma saatleri içinde ofis kankam Duygu'yla mailleştiğimizi patrona yetiştirip, üstüne bir de o sinir bozucu tavrıyla 'Uyarı almışsınız cınım, ne oldu öyle ya?' dediğinde sabrım taşmıştı. Bu yüzden de onun eski bir antikacıdan inanılmaz bir fiyata aldığını iddia ettiği kristal vazosunu 'yanlışlıkla' düşürüp kırmıştım.

Bir Fotoğrafçının Küçük Sırları (Kitap Oldu)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin