Şükürler olsun. Sonunda su bulmuştuk. Ama burda kalamazdık. Çok açıktı. Göle doğru baktığımızda sağımız boş, kuzey ve solumuz da ise kum tepeleri vardı. Cengizin yanına gittim. Dudağını iyice temizlemisti. Ağaca çıktığımda ona yaprakta almıştım . Dudağını onunla kapatmıştı. Cengize dönüp: "Cengiz gitmeliyiz ama birazdahaI dinlenebiliriz. Saatin kaç olduğunu bilmiyoruz, yönümüzüde. Bu yüzen güneş tam tepeden inerken yürüyelim. Zorlamayalım."dedim. Başını salladi.
Gitme zamanı gelmişti. Elimle gel işareti yaparak Cengizi yanima çağırdim . Palmiye yapraklarının lifleriyle yaptığımız sopaları aldık. Tepelere doğru yürümeye başladık. Tepenin en üstüne çıkmıştık. Ne....! Uyfuğun hemen önünde birkaç kulübe vardi.Yoksa insan olabilir miydi? Hemen yorulmamak için koşmadan ama hızlı adımlarla yürüyorduk. Barakaya yaklaştığımızda orda bir değil birden fazla baraka vardı. Ikimizde birbirimize bakıp sarıldık. Koştura koştura barakalara gittik. Kapıları çaldık fakat çıkan yoktu. Epey dolaştık. kimseler yoktu. Hava kararıyordu. Küçük bir barakanın kapısına yüklendik ve kapıyı açtık.
Barakada fazla birşey yoktu büyük bir yatak ,bir tüfek ve bir tane mum vardı.
Sabah ilk ben uyandım ama hareket edemiyordum. Ellerim ve ayaklarim bağlıydı, Cengizinde öyle.
Yaklasik yarım saat sonra patırtı çatırdı gelmeye başladı. Uzun saçlı, kirli sakallı, pis kokulu bir adam geldi. Beni görünce elindeki silahı alıp, nişan aldı. "Dur dur" diye bağırdım fakat beni anlamıyordu. Sonra Amerikada olduğumuzu anladım ve " stop stop please , dont shot" diye bağırdım. Beni duyunca Cengiz de uyandı. Ve beni doğrulttu. Cengiz ise korkmuştu buyuzden uyuyormuş takliti yapıyordu.
Ayaklarımı çözdü ve beni kaldırdı. Yanımızdaki sopayı almıştı. Beni tahta bir sandalyeye oturttu. Yavaş yavaş ve bildiğim kadarıyla ingilizce olarak durumumuzu anlattım. Adam hayatta kaldığımız için çok şanslı olduğumuzu soyledi. Tam olarak 34 senedir kimse buraya gelmemiş. Günleride adam kendi yaptığı takvimlere yazmıştı. Onun anlattığına göre 34 yıl önce burası çok büyük bir köymus. Bir sonbahar günü büyük bir fırtına olmuştu. Çoğu ev buna dayanmıştı fakat fırtınanın arkasından gelen alev kasırgası nerdeyse bütün evleri yakmıştı. O günden bu güne sadece yazın gelen ve köyden 1.5km uzaklıkta olan vadiden geçen boğalardan avlayıp yemek yiyormuş.
Cengizi uyandırıp yemek yedik ve adam bize silahın dipçiğiyle nasıl kendimizi savunabileceğimizi öğretti.