Para, para, para...Bir insanın dünya üzerinde yaşayabilmesi için gerekli olan tek şey para mı? Para olmadan yaşamak mümkün değil mi? Fakirler hep mutsuz, zenginlerde mutlu olmak için mi bu dünyaya gelmiş yani?
Sorularıma cevap bulamadığım gibi, parasızlığımada bi çare bulamıyorum. Zaten çare bulsam kibrit kutusu evimin kirasını, bakkalcı Osman abi ile kasapçı Hüseyin abinin veresiyelerini, tabi bitmek bilmeyen banka borçlarımı öderdim.Di'li geçmiş zamanla konuşuyorum çünkü aradığımız o paraya henüz ulaşılamadı.
Halime böyle bakınca da gidip bir caminin önünde dilencilik yapmam için hiçbir sakınca görmüyorum.Ama her ne olursa olsun umut fakirin ekmeğidir.Ben inanıyorum, hayatım boyunca yaşadığım kötü şeylere rağmen bir gün bütün bunların kâbus olarak göreceğim. Ne demişler sefa sürmek için cefa çekilmelidir.
Dün akşamdan beri Yağız'dan beklediğim telefon yüzünden uyuyamıyorum. Çünkü benim tek ve öz arkadaşım bana iş ayarlamaya çalışıyor. İşe alınmayacağım sanki melekler tarafından içime doğmuş gibi huzursuzum. Salonda bilmem kaçıncı dönüşümü yaparken başım biran döndü bende kırılmaya yüz tutmuş sofama oturabildim. Ayrıca biraz da tozlanmış. Oturduğum anda çıkan tozlar milattan önceden kalmış gibiydi mübarek sanki. Oturduktan sonra gözlerim evimin dökülmeye yüz tutmuş kirli duvarlarından vitrinime kaydı. Renginde bir gariplik vardı.
"Ben boyadım mı acaba bu dolabı?" diye düşündüm. Vitrinin yanına ulaşıp, elimi bir bölümüne sürdüm. Elimde biriken simsiyah kiri görmezden geldim."Rengi zaten hoşuma gitmiyordu, eskisinden daha güzel olmuş."diyerek temizlik hastası olduğumu ama temizlik yapma gibi bir uğraşa girmediğimi kendime ispatlamış oldum.Ben, tek başıma yaşadığım bu ıssız ve sessiz evimde kendimle dalga geçerken, çalan telefonumun sesiyle temizliği yine bir süreliğine erteledim. Arayanın Yağız olduğunu gördüğümde bekletmeden açtım. Yine umut ve sabırla "Umarım güzel haberlerin vardır Yağız? Yoksa bu küçük kızın yaşadığı kötü olaylar sonucu canına kıydığını haberlerden öğrenirsin, emin ol?"dedim. Yağız kısa bir kahkaha atıp "Buna inanmamı bekleme Pamuk. Sen hayatta canına kıymak gibi bir aptallık yapmazsın. İşe alınmasaydın bi ihtimal benim canıma kıyar, katil olurdun. Oradanda doğru cezaevine. Hapishane damlarında da ,duvarlara geçirdiğin her gün için bir çizik falan atardın. Evet, evet muhtemelen böyle bir senaryo gerçekleşirdi. "dedi.
Bir dakika, bir dakika Yağız işe alınmasaydın mı demişti? O zaman işe alınmıştım."Yağız işe alındım mı yani? Gerçekten bulabildin mi bana o kocaman ofiste bir iş? Sen bu dünya üzerinde en yakışıklı, en iyi ve en, en herşeyin ya.İyi ki benim arkadaşımsın." gibi şeyler söylemeye devam ederken Yağız beni durdurdu. Sesi biraz annesine yalan söyleyen çocukların ki gibi tedirgindi."Pamuk sana iş ayarladım ama iş reklam ofisinde değil, bir evde yardımcı olarak ayarladım, yatılı olarak.İnan bu işi bile zar zor buldum. Kıymet halamı biliyorsun bir buçuk aylığına Bodrum'a gidiyor. Çalıştığı evdeki patronuda ondan rica etmiş, yerine birini bul falan diye. Kıymet halamda beni aradı.Bende ofisteki iş tutmayınca sana bu işi ayarladım."dedi Yağız.Bir evde yardımcılık mı? Ben asla yapamazdım bu işi. Hayır, işi küçük yada basit gördüğümden değil ama ben bir evde başka bir insanla asla yaşayamazdım ki. Yağız da biliyordu bunu.Bu benim için bir korkudan öte bir hastalık. Teşhisi konulmuş bir hastalık hemde. Doktorumun dediğine göre geçmişte yaşadığım olay, ebeveynlerimin bana göstermiş olduğu ilgi alaka yada benim çekingenliğim sonucu ortaya çıkmış bir hastalıkmış.Halk ağzında sosyal fobi olarakda adlandırılıyormuş. Yetimhanede büyümüş bir kız olarak yaşadığım olaylar sonucu bu korkumun ortaya çıkması benim için hiç olağan dışı bir durum değildi. Aslında korkum -doktorumun dediğine göre- hatırlayamadığım çocukluk yıllarıma dayanıyordu.
Hem Yağız nasıl böyle bir işi bana ayarlamak gibi bir aptallık yapmıştı ki. Hemde hastalığımı bilmesine rağmen.
"Yağız biliyorsun hastalığımı . Ben bi evde başkasıyla kalamam. Hastalığımı unutmuş olamazsın." Bu korkum yüzünden insanlar tarafından 'aptal, kaçık ve deli ' olarak adlandırılmıştım. Zaten hastalığımı kendimin uydurduğumu söyleyip üzerime iftira atan kişiler sayesinde Yağız'la tanışmıştım. Hastalığımla beni kabullenen tek tük kişilerden biri Yağız. O benim hiç tanımadığım annem, babam gibi.
"Biliyorum, Pamuk. Hiç unutur muyum? Ama Memed bey bu hastalığı yenmen için hastalığının üstüne gitmen gerektiğini söylemişti. Bunu bana anlatan sendin unuttun mu?"
Evet, doktorum Memed Yavuz'du. Alanının en iyi doktorlarından biri. Uzunca bir süre hastalığımla ilgili ilaç tedavisi gördüm. Pek bi işe yaramayınca ,korkumun sebep olduğu şeyin üzerine gitme, krizlerimi ertelemek amacıyla gevşeme ve kaygıya karşı oluşturduğum bedensel tepkileri tanıyıp nerde, ne zaman, neye göre davranacağımı belirleme gibi tedaviler görüyorum şuan. Son gittiğim seansımda Memed bey'in dediğine göre korkumun artık üzerine gidip onunla savaşmam gerekiyormuş. Bunu Yağız' a da anlattığımda o da bu karara onay vermişti. Ama ben bu kararın biraz erken olduğunu düşünüyorum. Sonuçta biriyle aynı evde yan yana geldiğimde krizim tutarsa ve ben onu o an yenemezsem sonuçları hem benim için hemde yanında bulunan o kişi için hiç iyi olmaz. Peki , şimdi ne yapacaktım. Bu işi kabul etmezsem yarın kiracı kapıma dayanacak. Belki biraz yalvarırsam en fazla bir gün mühlet verecek.Sonra çat kapı polislerle evimin önüne gelecek ve beni zorla yıkılmaya yüz tutmuş kirli pasaklı evimden çıkaracak. Ben elimde bir bavulla Istanbul'da küçük bir seyahat turu yapacağım. O parktaki bank senin şu parktaki bank benim diye sokaklarda yaşayacağım. Bunu gören organ mafyaları, ben açlığını unutmak için derin bir uykuya yatarken beni kaçıracaklar. Beni öldürüp, organlarımı hayatım boyunca görmediğim kadar çok paraya satacaklar. Ve mutlu son...İnanılmaz hayal gücüme beddualarimi gönderirken, ölmüş kendim için bir fatiha okumayı unutmadım.
Şaka bir yana gerçek ve büyük bir sorunum vardı. Hastalığım hayatımı mahvediyordu ve bende buna göz yumarak onu izliyordum. Bu bir sorundu benim için. Hastalığım, hayatımı zorlaştırıyordu. Hayattan zevk almamı, eğlenip, doya doya gülmemi engelliyordu.
Peki ben kendime bu kötülüğü yapmaya devam edecekmiydim? İşte tam bu an filmin final öncesinde yapılan reklam arası kriziydi. Pamuk Erdem sayılı dakikalar sonra kararını açıklayacak. Otuz altı, otuz beş, otuz dört, otuz üç, otuz iki... Ben kendi içimde kendimle savaşırken beni gerçek dünyaya ve yaşadığım kaosa geri döndüren cırtlak ses Yağızdı."Paammuğğk, kız öldün mü, kaldın mı? Beni delirtmeye falan mı çalışıyon sen? Kız Pamuk, kime diyom ben?"
Ben Yağız'ın konuştuğu bu saçma şiveyi anlamaya bile çalışmadım çünkü benim arkadaşım bir gün laz, bir gün roman olma kapasitesine sahip bi insanoğluydu.En son kararımı açıklıyordum. Beş, dört, üç, iki, bir ve sıffıırrr."Yağız, bana çalışacağım yerin adresinin konumunu atarsın. Ben şimdiden eşyalarımı toplamaya başlıyayım. Malûm biraz kaplumbağa hızına sahip olmakla birlikte üşengecim."---
Instagram hesabımı takip ederseniz sevinirim ^^ Kullanıcı adım : beyza.tonka
Bolca seviliyorsunuz...🌸🍁
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SOYKA
Teen FictionBir ev düşünün; ıssız ve tenha. Sanki dünyanın bütün kötülüğü ve kasvetli havası ona bulaşmış gibi. Küçük bir kız çocuğu düşünün; yaşamı boyunca en güzel anıları olarak hatırlamak istediği şeyleri o evde unutacak. Bir çocuğun görmek istemeyeceği şey...