Sabah uyanır uyanmaz dikkatimi çeken ilk şey duvarda asılı duran saat olmuştu. Ben ilk iş günüme tamı tamına 3 saattir geç kalmıştım. Bir an öyle bir telaşa bağlı heyecan yaşadım ki yerle resmen aşk yaşadım. Biraz daha geç kalmamak için aşkımı kalbime gömüp hazırlanmaya başladım.
Elimde küçük bavulumla çalışacağım yere mümkün olduğunca hızlı gelmeye çalışmıştım. Eve öylesine bir bakış atıp kapı zilini çalacaktım ama gözlerim istemsiz bir defa daha bakakaldı. Bu gördüğüm şey evse benim yıllarca yaşadığım yer ne diye düşündüm. Hayatım boyunca benzerini görüp duyamayacağım bir evdi. İki katlı orta büyüklükte bir ev olmasına rağmen onu diğerlerinden ayıran şey değişik mimarisiydi. Fazla zaman kaybetmeden kapının zilini çaldım. Kıymet hala kapıyı açtı. "Hoş geldin, kızım." diyerek bana kocamanından bir öpücük ve sarılma bahşetti. Zannedersem yetiştirme yurdundan çıkıp hastalığımla tek başıma mücadele ettiğimden bu yana Yağız, doktorum Memed bey ve Kıymet hala bana sevgilerinden vermişlerdi. Tabi Ayşe öğretmenimi asla unutamam. O benim bu hayatta tanıdığım en iyi insandı.
Kıymet hala Bodrum' a gidecek uçağın kalkış saati yaklaştığı için evi ve oğlunu bana emanet etti son kez bana sarılıp gitti. Kıymet hala hiç evlenmemiş bu yüzden hiç çocuğu olmamış. Ben ve Yağızı tek çocukları gibi görüp bize 'Canım kızım, canım oğlum 'derdi. Cesur beye de oğlum dediğine göre ona da çok fazla değer verdiğini o bana anlatmadan ben anladım. Kıymet halanın bana verdiği anahtarla eve girdim. Ufaktan evi süzdükten sonra eşyalarımı yerleştirmeyi düşündüm. Ama benim burada kalacağım süre zarfında hangi odada kalacağımı soramamıştım ve Kıymet halada söylememişti. Her zengin evinde olduğu gibi bu evdede hizmetli odası vardır bence. Odaları birbir dolaşıp hizmetli odasını bulmaya çalıştım. Kocaman evde sadece Cesur beyin yaşadığını bilmesem evde dört çocuklu bir aile yaşıyor derdim. Odaların hepsi doluydu. Başkasına ait eşyalarla doluydu odalar. Aslında son bir oda daha kalmıştı ama koridorun sonunda olduğu için bakmaya bile uğraşmamıştım. Son bir umut onada bakmak için kapıyı açtığımda gördüğüm manzarayla gözlerimi bir kaç kez kapatıp açmıştım. Oda sanki evde farkedilmemiş bir cennet gibiydi. Tavanı ve iki duvarı bana ömrüm boyunca görmediğim en güzel manzarayı sunuyordu. Evin kendisi gibi dışarıdaki manzarası da muhteşemdi. Oda da eski ıvır zıvırları gördüğüm de odanın kimse tarafından kullanılmadığını anlamış oldum. O zaman evin en güzel odasını yaşanılabilir hale getirmek için kollarımı sıvamaya başlayalım.
...
Odayı temizlemiş, Kıymet halanın gitmeden önce yaptığı yemekleri 5. kez ısıtarak , patronumu bekliyorum. Ama patronumun bence eve gelme gibi bir isteği yok. Saat gecenin on ikisi ama patronum hala ortalıklarda gözükmüyor. Bugün bu kadar macera beni çok yormuştu. Cesur beyin eve gelme gibi bir derdi olmadığına göre bende odama gidip güzel bir uyku çeksem fena olmazdı bence. Ama ben yatarken Cesur bey gelirse o zaman ne olacak diye düşündüm. Sonra aklıma dahiyane bir fikir geldi.
Isıttığım yemeklerin üzerini havluları örtüp, hazırladığım masaya bıraktım. En azından yemekler biraz daha sıcak kalmış olurdu. Cesur bey çok geç gelmezse sıcak sıcak yerdi yemeğini artık. Ama daha ilk gününde hizmetçisinin neden böyle bir şey yaptığını düşünürse, ne olacaktı?
Onada bir çözüm yolu bulmuştum. Çantamdan not kağıdı ve kalem çıkarıp ona uygun bir dille anlattım.
"Merhaba. Ben yeni yardımcınız Pamuk Erdem. Sizi her ne kadar ilk iş günümde karşılamak istesemde uykum daha ağır bastı efendim. Kusura bakmayın. Bu arada Kıymet hala size söylemem için bir mesaj bıraktı. Bana 'O sıpaya söyle yemeklerini düzenli yesin.'dedi.
İyi geceler :)^^"
Kağıdı görebileceği ilk yere koyduktan sonra yukarı çıkıp yatağıma yattım. Biraz gökyüzünü izledikten sonra gözlerim kendiliğinden kapandı. Güzel rüyalar görmeyi diledim o küçük kız çocuğunu görmeyi değil.
▪▪▪
Sabah çalan alarmın sesiyle uyandım. Üzerimi giyindikten sonra aşağı indim. Dün gece Cesur bey'in gelmemiş olduğunu düşündüm ama dün hazırladığım yemeklerin yenilmiş olduğunu görünce evde olduğunu anladım. Birazdan işe gidecekti bende hızlı davranıp kahvaltıyı hazırladım. Onu beklemeye başladım ama bu yakınlığa hazır mıydım ? Bilmiyorum. Her an aşağı inip yanıma geleceği hissi kalbimi sıkıştırıp nefesimi kesmeye başladığında kendimi bahçeye zor atmıştım. Bahçede yetiştirilen çiçekleri görünce solmasınlar diye sulamak için elime hortumu aldım. Suyun musluğunu açmak için çeviriyordum ki çalan telefonum buna engel oldu. Arayana baktığımda Yağız olduğunu gördüm. Beni sabahın bu saatinde uykusunu bırakıp arıyorsa fazlaca önemli bir dedikodu vardır. Tabi bizim dedikodu konuşmamız telefon üzerinde iki, üç saati falan buluyordu. Yeni bir güne bahçeyi hem sulayarak hemde iki saat boyunca Yağız'ın yan komşusu Fahriye ablanın dedikodusunu yaparak başladım. Yağız'ın çenesi durmak bilmeyince çareyi 'Tünele girdim sesin gelmiyor ,ben seni sonra ararım' yalanını söylemekte buldum. Ki zaten Yağız yalanımı da yutmamıştı.
Bahçeyi sulama işi bitince, eve girdim. Cesur bey'in gittiğini anlamak zor değildi sonuçta kaç saat olmuştu.
Bin bir zahmetle hazırladığım kahvaltı sofrasının yenilmemiş olduğunu gördüm. Beyefendi yaptığım sucuklu yumurtaya bir ekmek bile banmamıştı.
Sucuklu yumurta sevmiyor desem , canım menemeni niye yememişti peki? Sonuçta MENEMEN yani. Türk erkeğinin baş tacı yemeği. Ama anlamıştım, şu ana dek yüzünü görmediğim adamın;ukala, kendini beğenmiş biri olduğunu.
Ben kendim için bile bu yaşıma dek hazırlamadığım sofrayı onun için hazırlamıştım, peki o niye hiç bir şeye elini sürmemişti. Ben dertli dertli düşüncelere dalıp, bahaneler sıralarken masanın üzerindeki sarı not kağıdına gözüm takıldı. Sandalyeye oturup yazıyı okumaya başladım.
"Kıymet anne sana yumurta sevmediğimi söylememiş galiba. Tabi menemende. Sen telefonla konuşmana öylece dalmış olmasaydın ben şuan bu saçma konuşmayı sana kağıda yazarak anlatmamış olurdum. Ha! Bu arada Kıymet anne bana asla sıpa demez."
Yazdığı son cümle beni bitiren cümle olmuştu. Evet, Kıymet anne öyle bir şey dememişti ama ben öyle gelişi güzel yazmıştım. Nerden bilebilirdimki yazdığım şeye takılacağını. Ama fena sıçtığımı kabullenmeliydim. Ya adam karşıma geçip 'Bana nasıl sıpa dersin?' diye hesap sorarsa. O zaman bende ağzımı eğerek ' Canım öyle istedi çünkü.' falan derdim. Böyle bir şey söyleyebilir miydim? Hiç sanmıyordum. Belki adam hesap sorma zahmetine bile girmeden beni kovardı. Sonra ben bilmem kaçıncı işten atılışımı kutlamak için Yağız ile birlikte Abdullah amcanın pilavcısına gidip pilav yerdik. Pilavcı da ayran dolu bardaklarımızı gecenin karanlık gökyüzüne tutup 'Bu dünya, yalan dünya 'deyip birbirimizle kafa bulurduk. Bizi gören müşteriler korkup kaçardı.
Kaçırdığımız müşteriler yüzünden Abdullah amcada bizi kovalardı. Çünkü hep böyle olurdu. Ben işten atılışımı kutlamak için pilav partisi verirken, Yağız sonlandırdığı ilişkileri yüzünden pilav partisi verirdi.
En önemli ve vazgeçilmez kurallarımızda biri; sıcağı sıcağına pilav partisi verirdik. Birimiz pilav partisi var deyince diğerimiz nerde ve nasıl olursa olsun gelirdi. Birde sadece ben ve Yağız bu kurduğumuz partide davetliydik. Yani anlayacağınız kafa kafaya verip güzel saçmalıyorduk.Sıpa meselesi, ev işleri, yemeği ocağın üstünde unutup yakmam falan derken yine günü sonlandirmayi başarmıştım.
Cesur bey bugün yine geç kalmıştı ve ben onu her ne kadar beklemek istemesemde beklemiş ama gözlerimden akan uykuya teslim olup, odama çıkıp yatmıştım. Her zamanki gibi rüyamda yine o küçük kızı göreceğimi bilmeyerek.
---
Instagram hesabımı takip etmek isteyenler varsa.
instagram:beyza.tonka ^^:)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SOYKA
JugendliteraturBir ev düşünün; ıssız ve tenha. Sanki dünyanın bütün kötülüğü ve kasvetli havası ona bulaşmış gibi. Küçük bir kız çocuğu düşünün; yaşamı boyunca en güzel anıları olarak hatırlamak istediği şeyleri o evde unutacak. Bir çocuğun görmek istemeyeceği şey...