Verdiği deftere her şeyi olabildiğince yazıyorum, onun o şirin bebeklik fotoğraflarını öyle anlatıyorum öyle anlatıyorum ki elim acıyor yazmaktan. Bazenleri kenarlarına ufak ufak şeyler çiziyorum ve kalemimin bitmesinden de korkuyorum. Dün gece uyuyamadığımda nedense ellerimi incelemeye başlamıştım, fark ettim ki çok kalem tutmaktan orta parmağım biraz eğilmiş, azıcık da şişmişti. Yazmak işinin bu kadar kötü olduğunu, bana bu kadar zarar vereceğini az da olsa tahmin edebiliyordum fakat bedenen bir zarar hiç geçmemişti aklımdan. İnsanlar yazmanın, bir şeyleri dökmenin iyi olduğunu düşünebilirdi. Ama yazdıkça yazıyordunuz, bir ahbapla sohbet ediyormuş gibi oluyordu ve zamanda yolculuk ederek geçmişe gidiyordunuz ki bu aynı zamanda kimi kırgınlıkları tekrar yaşamak gibi bir şeydi; bunu da kimse istemezdi. Yazmak işi, onunla aramıza daha gürültülü bir sessizlik de getirmişti. Sadece saat sesi, balkon açıksa sokak, ocağa kahve suyu koyduysak kaynama sesi vardı ve tabiki kağıtta raks eden kalem sesi.
Yazdıklarıma tarih atmıyorum, buna gerek duymadım. Günün bir önemi yok, zaten her günüm aynı, değişen bir şey yok. Ben istersem eğer yazılarımı okuyacağını akabinde eleştireceğine dair bir onay almıştım fakat hiç istemedi okumak, belki benim teklif etmemi bekliyordu ama bakışlarını kaldırmıyordu, ne yaptığıma ya da ne yazdığıma dair en ufak bir merakı yoktu. Benim içimdeki merak öyle mi? Çocuktu sanki. Koşuyordu, zıplıyordu, içimi talan ediyordu. Pek sevimli aynı zamanda yaramaz bir çocuktu merakım. Koyduğum kuralları görünce sakinleşiyordu, kimi zaman dizginleri kendi ellerine almayı da iyi biliyordu. Şu kurallardan bahsetmişken, onlardan kısa zamanda kurtulma kararı aldım; benim evimdi burası, o, benim eşimdi. Eşler arasında gizli saklı olur mu?
Bu cümlenin sonuna nokta koymadan başla
Defterin çok ama çok yaprağı vardı. Defter beni sollar, benden daha çok yaşar, onu doldurmadan hatta belki yarısına gelmeden ölürüm, diye düşündüm. İçimde bir şeylerin biriktiğini, benim bir şeyler anlatma ihtiyacı duyduğumu yahut duygusal bir adam olduğun düşüncesine kapılıp mı böyle çok yapraklı, kalın bir defter almayı seçmişti, bilmiyorum. Aslında buna ihtimal verdiğim falan da yok. Ona düşüncesiz bir adamdır, demiyorum ama böyle bir şeyi düşüneceğini de sanmıyorum. Hoş, aşkımın, eşimin nasıl düşündüğünü bile bilmiyorum; onu tanımıyorum. Defterleri onu benden daha çok tanıyor, biraz kıskanıyorum ama belli etmek konusunda çekingenim; ya çocukça davrandığımı düşünürse, endişesi kaplıyor bedenimi. İçimdeki haylaza üzülüyorum, saçlarını okşamak geliyor içimden.
yanlışlarım varsa affolsun
ŞİMDİ OKUDUĞUN
sessizliğimizin gürültüsü
Fanfictionevli bir adamın içindeki gürültüsünün sessizliği.