Buzdolabında kendine soğuk bir kahve çıkarmasının ardından gelen ses beni fazlasıyla üzdü. Dolabın kapağında bulunan kauçuk tarzı plastik şey "Beni kurtarın." diyordu, sanki her kapandığında bunu duyuyordum; buzdolabının kapağından sarkmış o şeyin her imdat çığlığında çiçeklerimin solmasını engelleyemiyordum. Çok yaşlı bir dedeydi, ne kadar temizlesem de kötü kokuyordu bu yüzden yiyecekleri hep poşetleriyle koyuyordum. Kapağı o kauçuk şeyin acizliği yüzünden de kapanmıyor, eşim her dolabı açtıktan sonra önüne bir tabure koymak durumunda kalıyordu.
Haşlanmış yumurtaları masaya koyup onun karşısına oturduktan sonra soğuk kahve yerine keşke portakal suyu içebilseydi, dedim kendi kendime. Ve şu an üstünde lacivert, boğazlı bir kazak olsaydı, şu hep arkaplanda çalan şarkı, masada da güzel bir şarap olsaydı.
Yumurtayı masaya vurdu, pirinçlerden yiyordum ve hiç haz etmediğim kayısı reçelinden tattım. "Nasıl gidiyor?" diye sordu, bugün mutluydu sanırım. Onunla ahbapmışım gibi hissetmeden edemedim. Zaten bu işler öyle olmaz mıydı? Önce ahbap olurdunuz, sonra aşık, sonra da eş. Ya da önce eş sonra aşık. "Ne, nasıl gidiyor?" Tırnakları çok güzeldi, hiçbir bakım yapmıyordu halbuki. Kendi tırnaklarımdan utandım. "Yazıyorsun ya." dedi. Kafa salladım. Aslında bu feci halde karnımı ağrıtmıştı, pirinçler midemden boğazıma yükselecekti neredeyse. "İyi gidiyor, seni anlatıyorum hep." dedim. Güldü. Sanırım bir dahaki sayfaya, yirmi ikinci kez olmak üzere gülümsemesini anlatacaktım. "Şu bebeklik fotoğrafın var ya, onu anlatmam beş sayfa sürdü!" dedim heyecanla. Her şey böyle güzel olacaksa, gürültümüz böyle kesilecekse ben onunla ahbap olmaya da razıydım galiba. "O fotoğrafa takıksın sen." dedi. "O çok değerli, yangından kurtulanların arasından en değerlisi!" diyiverdim ama sonra bu yangın meselesini açmanın yaptığım en büyük aptallık olduğuna karar verdim. Yüzünde buna üzülmüş ya da bozulmuş bir ifade arıyordum, bir şey değişmemiş olsa da karşımda ağlıyormuş gibi hissettim. "Bakıyorum da beni ikinci sıraya atmışsın." dedi. Pirincinin bittiğini görünce hemen kâsesini kapıp biraz daha koydum.
Ayağımı popomun altına alıp oturmadan önce eşimin kâsesini önüne bırakmış ve saçlarından öpmüştüm. "Pirinç güzel olmuş." dedi. "Kızgın mısın bana?" diye sordum. Ne için, dermiş gibi baktı bana, çubukları reçele uzanınca parmaklarımla ona doğru ittim. "Şu kurutma makinesi için." Son lokmayı ağzıma attım. Kafasını olumsuz anlamda salladı, "Kızmadım, kızgın değilim." dedi. "Peki sen?" Gözleri çok güzeldi. "Seni affedebileceğimi sanmıyorum." demek isterdim. Gülümsedim, kafamı olumsuz anlamda salladım, boş kâsemi tezgaha bıraktım.
💌
eh, konuşsunlar denmişti, olabildiğince çene çaldırdım onlara
ona sövmek istiyorum ama şuna bakın hele!
kertenkele seni, agu bugu!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
sessizliğimizin gürültüsü
Fanfictionevli bir adamın içindeki gürültüsünün sessizliği.