Kaç gündür her şeyden, her şeyimden ayrıyım bilmiyorum. Onsuz nasıl yatabiliyorum, nasıl onu görmeden rahat edebiliyorum aklım almıyor ve durduğum yerde içten içe korkuyorum. Hangi gün onu bile bilmiyorum, belki hangi ay demeliyim? Gece mi, gündüz mü olduğunu bana perdelerini yıkamaya tenezzül etmediğim pencere gösteriyor ve ben gece olduğunda, banyoya gitmem gerektiğinde kalkıyordum ancak yerimden. Bu iğrenç, yürek burkan durumun tek iyi tarafı, eşim artık kıyafetlerini rahatlıkla koyabileceği bir yere sahip. Ben ise onun milyarlarca dokunuşlarıyla beraber boş, soğuk, buram buram rutubet kokan ve bizim kullanmadığımız odadayım.
Kaç gündür uykusuzum, uykusuz nasıl böyle dimdik durabiliyorum emin değilim. Her defterde tüm içinde kalmışlıklarını kusan, onu tanıyabilmem için önüme resmen kırmızı halılar sermiş ve bu kırmızı halıların sonunda kıymetli defterlerin sahibi eşim, ben onun asker kaçağı olan kuzenini tanımaya başlamışken girdi az önce odaya; bana baktı, ben yine gördüm ama ağlamadım bu defa, halim yoktu ve ağlarsam belki yorgun düşüp bayılırım diye korktum, zaten o da yemem için getirdiği ama sadece su içip bardağı yerine koyduğum tepsiyi almak için girmişti odaya.
Defterlerinin içi kendinin katil olduğunu söylemesiyle başlıyor, neredeyse tüm defterin sonunda hayatına girmiş birini anlatıyordu; onunla olan anılarını, ona ne zaman sinirlendiğini, ne zaman hayatından ayrıldığını, ona neler yaptığını... Kimi sayfalar yırtılmıştı, yırtık sayfanın ardından gelen derin kalem izli sayfa, kendinden önceki sayfanın agresif kalem hareketleriyle çizilmiş ve ardından güçsüz düşüp eşim tarafından defterden ayrıldığını gösteriyordu. Henüz eşimin insanlarında sıra bana gelmemişti. Benim asıl merak ettiğim kendim miydim, yoksa aklıma ışıklarla yazılmış o isim miydi bilmiyorum. Aslında, kendime istemeye istemeye dürüst olmam gerekirse, o ismin geçtiği defteri okumak dahi istemiyorum. Ama ben buradayım, onu okumak için varım ve eşim, her şeyi tamamen öğrenebilmem için verdi bana her şeyini, kıymetlilerini.
Yirmi dokuzuncu defteri eğilip özenle diğer okuduklarımın yanına bıraktıktan sonra kapı açıldı, eşimdi gelen. Yanıma kadar geldi, o öpmekten bıkmayacağım elini uzattı bana. Kendi çirkin sağ elimi onunkinin üstüne bıraktım, tuttu ve çekti. "Hadi," dedi. "Yemek yiyelim." Gülümsedim, gülümsemek yormuştu beni. "Aç değilim ben, hem bitirmedim de okuyacaklarımı." diye karşılık verdim. Ne yapıp edip ayağa kaldırmıştır beni, eli elimden ayrılmadan mutfağa yürüdük. Aydınlık mutfak gözlerimi almıştı ve balkon açıktı. Masaya oturdum, çoktan hazırdı masa. Karşımdaydı, buzdolabının hemen önündeki sandalyede. Benim yaptığım yemeği ısıtmıştı, çorbayı içtim yavaşça.
"Okuma sen artık onları." diyiverdi kolumu kavradıktan sonra, kâsemdekini bitirip kalkmaya yeltenmiştim. Ayağa kalktı. "Zayıflamışsın, elmacıkların görünüyor, daha da incelmiş belin." dedi. Bu iltifat bile değilken içimdeki filleri tepiştirmişti; bana dikkat ediyordu, bakmakla kalmıyor artık görüyordu ve belki ben alışverişten geç geldiğimde ya da beni başkasıyla gördüğünde merak ederdi? Olur ya hani böyle birbirini çok seven çiftlerin yaptığı gibi.
Utanmadan kollarımı boynuna doladım, kafamı misler kokan boyna yerleştirdim, gözlerimi kapattım. Bana acıyor oluşu kalbimi paramparça etti. Keşke parmaklarını saçlarımda hissetseydim ya da kolları onun dediği gibi incelmiş belimi sarmalasaydı. Yani en azından acımasaydı bana, belki yabancı iki insan olmasaydık. Bilmiyorum, ben kız olsaydım beni beğenir miydi? İsa bizden umudu kesti mi? Peki, Oh Sehun olsaydım, her şey değişir, güzelleşir miydi? Belki o zaman hissederdim parmaklarını saçlarımda, belki o zaman sarardı kolları incelmiş belimi.
💌
Kıymetlilerimden biri ama ben her şeyi mahvettim. Böyle bir bölüm sunduğum için affınıza sığınıyorum.
![](https://img.wattpad.com/cover/190732385-288-k512876.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
sessizliğimizin gürültüsü
Fanfictionevli bir adamın içindeki gürültüsünün sessizliği.