Hissetmek insanlığa, dünyaya gönderilmekten sonra verilmiş en kötü cezadır. Bu, gözümde öyle şeytani bir şey ki hem soyuta hem de somuta dönüşebiliyor. Yani ben dudağımın hâlâ bana tattırdığı acıyı, o köpeği gördüğüm ve her sevmediğim vakit vicdanımın içime koca bir hüznü yerleştirmesini bu yüzden anlıyorum: Hissedebildiğim için. Ama bu sabah, bu sabah ilk defa bu duyguya lanet etmedim. Bu sabah, uyanırken hareketlendiğimde kuyruk sokumumdan enseme uzanan ve diğerlerinin dayanılmaz bir acı olarak nitelendirdiği şeyi hissettiğimde gülümsedim sadece. Bu, tatlı bir yorgunluk değildi, onun kılığına girmiş bir şeydi ve ben onun kılığına girdiğini bilmeme rağmen bilmemezlikten geldim.
Yatak havada değildi, demekki hala boylu boyunca yanımda uyuyordu. O acının gerçekten kötüleşmemesi adına yavaş yavaş ona döndüm, keşke dedim, keşke alnını öpseydim o gün. Çocukluğumdaki bahçede her yağmurdan sonra çıkan solucanlar misali ama onu uyandırmamaya çalışarak sokuldum ona. Misler gibi kokuyordu, annemi hatırladım nedense. Uyumak adına gözlerimi gülümseyerek kapamışken (bu an bana, ablamla uyumadan önce taklitler yapıp büyük annemin "Haydi uyuyun!" diye bizi basmasından sonra sırıtarak uyuyor taklidi yapışımızı getirmişti) neden, diye sordu. Bu beni ürküttü, bir robotlaymışım gibi hissettim. Çıplaktık.
Kafamı kaldırıp ona baktım. "Neden böyle davranıyorsun?" diye sordu. Kabuğu soyulmuş, dün gece biraz kanamış olan dudağımı acıtacağını bilsem de dişlemek istedim ama yapmadım. "Özür dilerim." dedim, kaşları çatıktı bunu söylerken çünkü. Ben yine kedi oldum, avuç içi başımı buldu, yanağıma kaydı, avuç içi tekrar başımı buldu, tekrar kaydı ve bir kez daha. "Öp beni." dedim. Eşim beni çok güzel öptü, öyleydi ki uzayda korunmasız şekilde asılı kalmışken ve bedenim şişiyorken, az sonra mahvolacağımı biliyorken sadece ağzımdaki elmalı şekerin tadını çıkarıyordum. Dudağım onun sayesinde nemlenirken köklerimi saldım, topraktı ve ben de ağaçtım. Hangi ağaç bilmiyorum ama portakal ağacı olmak isterdim çünkü portakal kokusuna bayılırdı. Bana bayılıyor mu merak ettim.
"Lütfen daha fazla ağlama." dedi, çok nadir öperdi yanağımdan, elmacık kemiğimde az önce benim ıslattığım dudakları hissettim. Sağ gözümden bir yaş, burnumu geçerek yastığa ulaşmaya çalışırken "Sana aşığım." dedim. "Sana öyle aşığım ki tüm her şeyi vermek istiyorum, tüm sahip olduğum şeyi. Fakir ve aciz bir adamım. Fakat sana sadece dünyanın en yoğun ve en karşılık beklemeyen sevgisini verebilirim." Sağ eli başının altında öylece beni izliyordu, ağlıyordum. "Bana," dedim, kaldırdığım işaret parmağımın küçük tırnağı ona dönüktü. "Bana bir kerecik sarılır mısın?" dedim. Yanına, bedeninin üstüne bıraktığı ve başının altından kurtardığı elinin koluyla beni sarmaladı, çıplak bedenlerimiz birbirine değdi. Koca bedeni ve uzunca kolları arasında küçüldükçe küçüldüm. Keşke onunla tek beden olabilseydim.
Saçlarımı öptü, şakağımı öptü, artık kızaran yüzümü, şişmiş dudaklarımı ve gözlerimi görebiliyordu. "Fakir bir adamım. Benim de aşkımdan başka verebilecek bir şeyim yok." demedi bana ya da ağlamamamı söylemedi, eli başıma gitmedi ve oradan da yanağıma kaymadı. Alnımı öptü, yataktan çıktı, yine bir kapı fakat bu defa banyonun kapısı sessizliğimizin inanılmaz rahatsız edici gürültüsünü bozdu.
💌
yetersizliğim için özür dilerim, gerçekten kendimi nasıl daha iyi hale getiririm bilmiyorum
bunu hevesle yazıyordum ama diğerleri gibi buna da içim sinmemeye başladı, gittikçe kötü yazdığımı düşünüyorum
gerçekten üzgünüm, iltifat edesiniz diye de yazmıyorum, yemin ederim
teşekkürler okuduğunuz için, boş laf olsun diye demiyorum ama kıymetlisiniz, gerçekten❤️🌤ah, bir de karakterlerden istediğiniz bir şey var mı?