♤3.IŞIK♤

164 103 116
                                    

Sadece biraz ışık...

Bu kadarı yeterli olurdu,

Yeniden gülümseyebilseydim;

Dünya dönüyor olurdu.

*************

Parmaklarımın arasına hapsettiğim paleti yanı başımda duran ahşap masaya bıraktım ve türlü boyalara bulanan ellerimi pek de temiz olmayan gömleğime sildim.

Bakışlarım hemen karşımdaki resme tırmandı.

Öylesine canlı görünüyordu ki sanki elimi uzatsam o da bana dokunacakmış gibiydi. Gözlerimi kapattım, karanlığa inat ışıldayan bedeniyle kendiliğinden geliverdi geçmişten. Hayaldi bu gördüğüm, biliyordum ama hayali bile öyle güzeldi ki...

Gülümsedim. Buna tezat damlalar süzüldü göz pınarlarımdan. Afalladım bir an. Darmadağın varlığımın tek düzenli parçası olan bedenim de mi parçalara ayrılıyordu yoksa?

Hayır hayır, olmazdı öyle şey; olmamalıydı.

Endişe duygusu ruhumu bir sarmaşık gibi ele geçirirken ellerimi hızlıca yanaklarıma götürüp yüzümü gözyaşlarımdan arındırdım. Buna izin vermeyecektim; zaten yeterince dağılmış bir ben varken bir yenisiyle daha baş edemezdim.

Korkuyordum çünkü; savaştan değil, savaşmaktan...

Önceki yenilgilerim aklıma geliyor, nasıl da acınası hale düştüğümü hatırlıyordum. Ne zordu insanın kendiyle yüzleşmesi.

"Arya."

Tonuna hakim olduğum ses zihnimin derinliklerine ilişirken gözlerimi aralayıp ona baktım, bana bakıyordu. Hep böyle yapardı; ne zaman kendimle bir iç savaşa girsem yanımda beliriverirdi, çok bir şey yapmasına gerek de yoktu üstelik, bir sözü, mimiği hepsinden öte varlığı bile yetiyordu bir şeylerin yolunda olduğuna inanmama.

"Yine onu çizmişsin?" dedi ben hala ona bakmayı sürdürürken. Hafifçe başımı salladım, ne diyebilirdim ki; onu özlüyorum bu yüzden defalarca çizsem de geçmiyor mu?

O zaten farkındaydı, bildiği şeyi söylemek saçmalık olurdu.

"Bak, destek olma konularında pek iyi değilim biliyorum ama insanların dediğine göre bir kişi kaderinde var ise ne olursa olsun onu yeniden görürsün."

"Ne zamandan beri insanların her dediğine inanır oldun?" dedim, omuzlarını silkti.

Başımı yana eğip gülümsedim, onun da dudaklarının kenarları kıvrıldı, aptal aptal sırıtıyordu. Tabureden kalkıp üzerimdeki boyaların ona bulaşabilme ihtimaline aldırmadan kollarımı beline dolayıp başımı göğsüne yasladım. Ani sarılmalarım olurdu, o şaşırırdı. Yine şaşırdı.

Hala sarılmamıştı, büyük ihtimal yine ne söyleyip de beni mutlu ettiğini düşünüyordu, daha çok gülümsedim. Kollarımı belinden çözüp bedeninin yanında sallanan kollarını kendi belime doladım ve tekrar sarıldım.

"Aptalsın ama iyi ki varsın."

"Ben de kendimi çok seviyorum." dedi iltifatıma karşılık, kahkaha attım; yalandı.

"Yeter bu kadar sarılma bütün boyayı üzerime bulaştırdın zaten, eşyalarını topla da kliniğe gitmeden bir şeyler yapalım."

"Olur yapalım." deyip ondan ayrıldım ve arkamı döndüm. Masanın kenarındaki beyaz örtüyü tuvalin üzerine örttüm, fırçaların uçlarını su dolu bardağa batırıp öylece bıraktım. Çizim kalemlerimi çantama gelişigüzel fırlattım ve çantanın ağzını kapattım.

Masanın yanlarındaki çekmeceleri kurcalayıp ıslak mendil olup olmadığına baktım, vardı. Paketin içinden bir tane alıp geri yerine koydum. Ellerimi sildikten sonra üzerimdeki gömleği çıkarıp taburenin üzerine bıraktım. Çantamın tek kolunu omzuma takıp ona döndüm.

"Gidebiliriz."

Uzanıp sol elimi avucunun içine aldı ve yürümeye başladı. Sahiplenici bir tutuş değildi bu. Hızlı yürümem için yapıyordu, hep yapardı.

Kocaman adımları vardı, ben ise hep ona ayak uydurmaya çalışırdım. Her ne kadar zorluk çeksem de...

"Yiğit," dediğimde dönüp bana baktı, devam etmemi bekliyordu.

"Senin randevun ne zaman?" dediğimde sanki bunu sormamı bekliyormuş gibi "Yarın." dedi.

Tam ben de gelebilir miyim diye sormak için ağzımı aralamıştım ki o bunu söylememe fırsat vermeden cevabı yapıştırdı:

"Hayır, olmaz."

"Ama neden?"

"Olmaz dedim Arya uzatmayalım." deyip ne kadar kararlı olduğunu belli etmek istercesine gözlerime baktı.

Üzüldüğümü belli eden derin bir nefes verip başımı salladım, önüne dönüp yürümeye devam etti.

Bahçeye çıktığımızda istemsizce etrafıma baktım. Gökyüzünü kuşatan kara bulutlar havaya tuhaf bir gerginlik katmıştı. Ortalıkta çok insan yoktu.

Gözlerim bahçeyi turlarken gördüğüm kişide takılı kaldı, duraksadım. Bunu fark eden Yiğit de durdu.

Elinde sigarasıyla bank ile çöpün arasında dinelen kişi dün kırmızı ışıkta gördüğüm gençten başkası değildi.

Siyahlara bürünmüş hali hırsızları anımsatmıştı bana, içimi korkunç bir ürperti sararken titredim.

Ne yapmam gerektiğini bilemediğimden bakmaya devam ettim, o da bana bakıyordu.

Ne yerinden kıpırdadı, ne de bir şey söyledi, tek yaptığı sigarası bitene kadar olduğu yerde durup beni izlemekti.

Sigarası bittiğinde çöpün üzerinde var olduğunu bildiğim kapağa sigarasını bastırdı ve izmaritini çöpün içine attı. Sonrasında ise arkasını dönüp gitti. Öylece bakakalmıştım.

"O kimdi Arya?"

Yiğit yüzünde endişe ve merak karışımı bir ifadeyle suratıma bakıyordu. Bir şey diyemedim.

"Beni cevapsız bırakmandan nefret ettiğimi biliyorsun." dedi iğneleyici bir tavırla.

"Tanımıyorum." diye kestirip attım. Kaşları havalanırken alnı kırıştı.

"Yalan?"

"Hem evet hem hayır."

"Lafı ağzından cımbızla çekiyorum resmen Arya, beni deli ediyorsun." öfkeyle ellerini saçlarının arasından geçirirken arkasını döndü.

Bir süre ikimiz de bir şey demeden bekledik.

"Sahile gidelim." dedim, bana bakmadan elini geriye uzattı; uzanıp elini tuttum ve otoparktaki motoruna doğru yürümeye başladık.

Merhabaaa, nasılsınız?

Yiğit ve Arya'yı shipleyenleri buraya;

Resimdekinin kim olduğunu merak edenleri buraya;

Kıza sapık gibi dadanan siyahlı çocuğu merek edenleri de buraya alayım dfghsgukfrge

                                                             Değerlisiniz...

KOZA~Querencia~Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin