Şimdiden okuyanlara teşekkür ediyorum :)
"Bizim dünyamızdaki insanlar sıradan değillerdir. Bizim öğrencilerimiz hiç sıradan olmadılar."
Dumbledore'a gözlerimi dikip ellerimle oynamaya başladım.
"Ne demek istiyorsunuz, Profesör Dumbledore?" diye sordum meraklı meraklı."Demek istediğim şu, Juliet: Sıradan sebeplerle burada değilsin," odasında yavaş yavaş yürümesi gerilmeme sebep oluyordu. "Belki de kurtarılması gereken daha çok şey vardır. Ya da... Mahvedilmesi gereken."
Başımı sallayıp merdivenlere yöneldim. Bu kadarı benim için gerçekten yeterliydi. Dumbledore tahmin ettiğim gibi seçenekleri bana bırakmıştı. Kendimi tuhaf hissediyordum. Ne kadar şeyi değiştirebilirdim ki? Ben, öylesine bir kız, ne kadar etkileyebilirdi ki ufacık bir karakter, bu kitabı? Ah, lanet olsun biliyordum. Bu kitaptaki hiçbir karakter "ufacık" olamazdı.
Dalgın bir biçimde Slytherin'in ortak salonuna girdim. Birkaç öğrenci oturmuş, gülüşüyordu. Bir şeylerden bahsediyorlardı ama ben içeriye girince hepsi sustu.
"Duydum ki," tanıdık bir ses yükseldi küçük gruptan. "Gryffindor'dakilerle takılıyormuşsun. Özellikle de... Potter'la."
Draco yüzünü buruşturarak bana doğru yürüyordu. Ona aldırış etmeden geçmek istediğimde önüme geçti. Başımı kaldırıp gözlerine ürkütücü bir bakış attım. Neden bilmiyordum, kendimi hiç olmadığım kadar sinirli hissediyordum. Ona omuz atarak, birazcık da iterek yanından geçtim. Dönüp baktığımda şaşkın gözüküyordu.
"Olmadığın biri gibi davranıyorsun, Malfoy," dedim gözlerimi kısarak. "Benimle konuşmak için bir daha böyle kötü bir yol deneme."
***
Kasım ayına girdiğimizde hava birdenbire soğudu. Okulun çevresindeki dağlar buz grisi bir renge büründü, göl donup çeliğe döndü. Her yer çiy ile kaplanıyordu her sabah. Üst katların pencerelerinden Hagrid'in, sırtında upuzun, köstebek derisi bir palto, ellerinde tavşan kürkünden eldivenler, ayaklarında da kunduz derisinden kocaman çizmelerle, Quiddicth alanındaki süpürgelerin buzlarını çözdüğü görülebiliyordu.
Quiddicth mevsimi gelmişti. İlk maç cumartesi günü Slytherin ve Gryffindor arasında yapılacaktı. Gryffindor kazanırsa şampiyonluk yarısında ikinci sıraya yükselecekti. Kimse –benden başka kimse- Harry'nin oynayışını henüz görmemişti ama herkes onun oynayacağını bir şekilde öğrenmişti.
Maçtan önceki günün akşamı, kitaptan hatırladığım kadarıyla Harry, Snape'den kitabını geri almaya çalışmak için öğretmenler odasına gidecekti. Orada, Snape'in Filch ile olan konuşmasını duyacak ve Snape'in üç başlı köpek, Fluffy'i ziyaret ettiğini öğrenecekti. Snape onu görür görmez kovacaktı. Bu yüzden ben de gereksiz dedikoduların yapıldığı ortak salonu terk edip öğretmenler odasına koştum. Kapı açıktı.
Saklanmak için neredeyse duvarla bütünleşmiş, Harry'yi bekliyordum. Filch ve Snape'i duymak zor değildi. Gerçekten dikkatsiz bir biçimde fazla sesli konuşuyorlardı. Az sonra, ağzı beş karış açık olan Harry görüş alanıma girmişti. Snape ve Filch'i görmüş, konuştuklarını duymuştu. Snape onu görmeden, aniden yakasına yapışıp onu duvar kenarına çektim. Biraz gürültü yapmış olmalıydık ki, öğretmenler odasının kapısı hemen kapatılmıştı.
"Seni görecekti," dedim Harry'ye kısık sesle.
Nefesini istemsiz olarak yüzüme üflerken utanmış bir biçimde geri çekilmeye çalıştı.
"Sen burada ne yapıyordun? Konuştuklarını duydun mu?" diye sordu meraklı meraklı.
Etrafa bakınıp onu koridor boyunca biraz daha müsait bir yer bulmak amacıyla çekiştirdim. Bir pencerenin tam önünde durduk. Duvarda, başımızın hemen üstünde bir meşale etrafı aydınlatmak için çabalıyordu.
"Duydum. Ama pek önemli değil. Snape'den şüphe etme artık."
"Bir şeyler biliyorsun fakat bana anlatmıyorsun," diye mırıldandı. Bakışlarını çevirdi. "Slytherin'de olduğun için bana güvenmiyor musun? Draco bir şey mi söyledi? Eminim devamlı benimle dalga geçiyordur."
Yüzümü buruşturdum. "Sana güvenmemek mi?" diye ciyakladım. "Şunu bilmeni isterim ki, en çok güvendiğim insan sensin."
Harry aniden kıpkırmızı kesilmişti. Bu bana tuhaf, bir o kadar da eğlenceli geldi.
"Kalp atışlarını duyabiliyorum," dedim alaylı bir tonla.
Kaşlarını çatarak başını kaldırdı. Utanmaktan nefret ediyor gibi bir hali vardı.
"Bir gün ben de senin kalp atışlarını duyacağım. Bundan eminim," dedi inatçı bir biçimde.
Kıkırdadım. Sonrasında garip bir sessizlik oluştu. Gülümseyerek gözlerimin içine bakmaya devam ediyordu. Saçlarımı geriye atıp sol yanımı duvara yasladım. Ardından koridorda yankılanan bir kapı sesiyle ikimiz de sıçradık.
"Her neyse," dedim aceleyle. İkimizin de yakalanmasını istemiyordum. "Maç için bol şans. İyi bir uyku çek."
Gülümseyerek yatakhaneme ilerlemeye başladım.
"Görüşürüz," diye seslendi arkamdan. "Görüşürüz değil mi?"
Omzumun üzerinden ona baktım. "Yarın görüşürüz."
Aynı şekilde o da bana gülümsedi. "Bizim masamızda sana yer ayıracağım."
İşte bu sefer benim yanaklarım yanıyordu ama onun görmesine fırsat vermeden, mutlu bir uyku çekmek için, başımı öne eğdim ve yatakhaneye gittim.
***
Sabah büyük bir neşeyle yemek salonuna koştum. Dizlerime kadar çektiğim siyah çoraplarım biraz kaşındırıyordu. Eteğimin boyu kısaydı ama karnımı sarıyordu, gömleğimi dışarıda gören Snape beni birkaç kez azarlamıştı. Koyu renk saçlarım, gece toplayıp yattığım için bukle bukle olmuş, omuzlarımda sallanıyordu.
Sinsice yaklaşıp, arkasında durduğum Harry yemeğiyle oynuyordu.
Omzuna dokunduğumda irkilerek bana döndü. Sonra yüzünü o kocaman gülümsemesi kaplamıştı. Bir şey söylemeden Ron'u ittirerek yana kaydı. Ben de gülümseyerek yanına yerleştim.
"Günaydın," dedi Hermione. Saçları, en az gözleri kadar ışıltılıydı. Yumurtasını bitirmekteydi ve hemen önünde, her zamanki gibi kalın eski bir kitap vardı.
"Günaydın," dedim gülümseyerek.
"Demek ki, Harry'nin yemek yemesi için Juliet'in gelmesi gerekiyormuş," dedi Ron kafasını öne uzatmış ağzına ekmek tıkıyordu. Harry aniden öksürmeye başladı, suyunu içerken kafasını gömecek bir yer arıyor gibi bir hali vardı. Ron'a dirsek atarak gözlerini karşıya dikti.
"Eminim maç çok güzel geçecek. Bu maçı Harry sayesinde kazanacaksınız," dedim suyumdan bir yudum almadan önce.
Harry ellerini dizlerine silerek "Çok heyecanlıyım," dedi.
"Sakin ol, Harry," dedi Hermione gülümseyerek. "Başaracaksın."
Ama sonra salonda büyük bir gürültü koptu. Yere düşen küçük bir beden gördüm, tam kapının önündeydi. Öğretmenlerden biri koşarak onu omzundan yakaladı. Bu kız... Burada okumuyordu. Onu daha önce hiç görmemiştim. Başını kaldırıp gözlerini kısarak, bana iğrenç bir biçimde sırıttı. Ayağa kalktığında uzun siyah pelerinin göğsüne iliştirilmiş daha önce görmediğim kırmızı armayı fark ettim. Bu kırmızı armaya yılan figürü işlenmişti ama Slytherin'ninki gibi değildi. Ne olduğuna anlam veremiyordum. Kitapta böyle bir şey yoktu. Böyle bir şey olmamalıydı.
"Bana yardım etmek zorundasınız," dedi yapmacık bir ses tonuyla. Kızıl saçlarını geriye itti, yüzünde tuhaf bir ifade vardı. "Ben Salazar Slytherin'in soyundan geliyorum!"
Yemek salonuna çöken sessizlik tüylerimin diken diken olmasına sebep olmuştu. Beni korkutan şeyler vardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Eğer Harry Potter'da Olsaydım
FanfictionKitabın içinde kaybolmak gibiydi, Harry Potter'ı okumak. "Devam hikayesi değildir. Geçmiş hikayesi de değildir. Hikaye aynen alınmış, küçük değişikliklerle bir karakterin ağzından aktarılmıştır." TÜRÜNÜN İLKİ VE TEKİDİR.