Merhaba arkadaşlar! Kimlerin hala burada olduğunu öğrenmek adına, kısacık, küçücük bir bölüm yazdım. Devam ettireceğim. Kendinizi oy vererek ya da yorum yaparak belli ederseniz sevinirim.
Hatırlatma:
Ama sonra salonda büyük bir gürültü koptu. Yere düşen küçük bir beden gördüm, tam kapının önündeydi. Öğretmenlerden biri koşarak onu omzundan yakaladı. Bu kız... Burada okumuyordu. Onu daha önce hiç görmemiştim. Başını kaldırıp gözlerini kısarak bana iğrenç bir biçimde sırıttı. Ayağa kalktığında uzun siyah pelerinin göğsüne iliştirilmiş daha önce görmediğim kırmızı armayı fark ettim. Bu kırmızı armaya yılan figürü işlenmişti ama Slytherin'ninki gibi değildi. Ne olduğuna anlam veremiyordum. Kitapta böyle bir şey yoktu. Böyle bir şey olmamalıydı.
"Bana yardım etmek zorundasınız," dedi yapmacık bir ses tonuyla. Kızıl saçlarını geriye itti, yüzünde tuhaf bir ifade vardı. "Ben Salazar Slytherin'in soyundan geliyorum!"
Yemek salonuna çöken sessizlik tüylerimin diken diken olmasına sebep olmuştu. Beni korkutan şeyler vardı.
***
Quiddicth maçı olması gerektiği gibi değildi, çok sakindi. Öğretmenler şu, aniden yemek salonuna dalıp yere düşen kızıl kafayı alıp yok olmuşlardı. Snape maçı izliyordu ama Quirrel olması gereken yerde değildi. Yani kimsenin Harry Potter'ın süpürgesini büyülediği falan yoktu. Harry, birkaç ufak itiş kakış sonucunda Snicth'i yakalamıştı. Gryffindor sevinç çığlıkları atarak ortak salona koşmuştu. Ben de Harry'yi tebrik bile edemeden kendimi, Draco'nun söylenişleri eşliğinde Slytherin'in ortak salonunda bulmuştum.
"Ünlü arkadaşın Potter kazandı diye mutlu musun?" dedi Malfoy üzerime gelirken. Suratından adeta kıskançlık okunuyordu.
Yüzümü buruşturdum. "Neler söylüyorsun yine, Draco?"
Üzerime doğru eğildi. "Sen Slytherin'desin, Juliet. Bir kez olsun Potter'dan başka bir şey düşünemez misin, merak ediyorum. Kendi takımın için üzülemez misin? Ünlü diye onun peşinden koşuyorsun. Göreceksin, o beş para etmeyen bir mankafa!"
Ayağa kalkıp bu sefer ben onun üzerine yürüdüm. "Asıl kim beş para etmez biliyor musun?" diye sordum gözlerimi kısarak. "Baban. Onun nasıl biri olduğunu bilmediğimi mi sanıyorsun? Böyle davranmanın tek sebebi baban ve bil diye söylüyorum; o cidden beş para etmez biri."
Onun da gözleri kısılmıştı. Yüzü sinirden kıpkırmızıydı. Ağzını açtığı sırada Profesör Mcgonagall'ın sesi etrafta yankılanmaya başladı.
"Bütün öğrenciler, yemek salonuna insin. Bugün akşam yemeklerinizi erken yiyeceksiniz. Bütün öğrenciler, yemek salonuna. Derhal."
Sinirimden titreyerek hızlıca kapıya döndüm. Merdivenleri geçip, koridorları saniyeler içerisinde yürüdüm. Etrafta hala neşeli kahkahalar vardı. Yemek salonunda Gryffindor kutlama yapmaya devam ediyordu. Sihirli tavan bugün tuhaf bir biçimde yeşil bir gökyüzünü yansıtıyordu. Bu benim ürkmeme sebep olmuştu. Mumlar, her zamankinden daha fazlaydı. Bu neşe, her nedense beni huzursuz ediyor, kötü bir şeyi çağırıyor gibime geliyordu.
Öğrenciler yemeğin neden erken saate alındığını hiç sorgulamamıştı bile. Lakin ben bunu delice merak ediyordum. Gözlerimi Ron ve Hermione ile kahkahalar atan Harry'den, Dumbledore'a çevirdim ve o anda göz göze geldik. Onun da pek neşeli olduğu söylenemezdi. Sanki birbirimizin aklını okumuşuz gibi bana başını salladı (Onun benim aklımı okuyabileceği kesindi). Ben de başımı eğdim, sonra neden bilmiyordum o akşam Harry'nin yanına oturmayıp kendi masama yerleştim.
Başımı çevirip onlara bakmaktan kendimi alıkoyamıyordum. Slytherin özünde kötü değildi. Bunu biliyordum. Yine de Gryffindor gibisi yoktu. Weasley'ler oradaydı, Potter'lar oradaydı. Tarih boyunca tüm iyi adamlar orada olmuştu. Ne kadar bozuk karakterli var ise Slytherin'de toplanmıştı ve bu canımı sıkıyordu. Ha iyi insanlar çıkmıyor değildi ama bu Slytherin'in kötülenmesine engel olamıyordu.
Tam karşıma pata küte oturan Malfoy'a kızgın bakışlarımı gönderip bu yemeğin hemencecik bitmesi için dua etmeye başladım. O sırada etrafta Dumbledore kaşığını bardağına vurunca çıkan o "dink" sesi yankılandı. Tüm öğrenciler başını kaldırıp öğretmenlerin bulunduğu masanın önüne yerleştirilen tabureye baktı. İşte, seçmen şapkada üzerinde duruyordu. Şaşkınlıkla sabahki kızıl saçlı kızın tabureye yerleşmesini izledim. Profesör Mcgonagall'a "buna gerek yok" diyordu. Onu dinlemediler.
Öğretmenlerin üzerinde bir tuhaflık vardı. Benim üzerimde bir tuhaflık vardı. Bu kızıl saçlı, sarıya dönük göz rengine ve keskin bakışlara sahip olan kız beni rahatsız ediyordu. Böyle olmaması gerekirdi. Onu daha dikkatli izledim. Minik ama dolgun dudaklarını tatminkar bir biçimde birbirine bastırdı. Pelerini, Snape'in pelerini kadar uzundu ve o kırmızı arması yine parlıyordu.
"Merope Gaunt!" dedi Mcgonagall seçmen şapkayı kızın başına yerleştirirken. Tüylerim diken diken olmuştu. Bu Voldemort'un annesinin ismiydi.
"İmkansız!" dedi seçmen şapka kızın başına yerleşir yerleşmez. "Safkan. İmkansız. Seçmeye lüzum yok. Slytherin!"
"İmkansız değil," dedi kız ayağa kalkıp. Herkes şok içinde onu izliyordu. "Salazar Slytherin'in soyundan bir çocuk meydana gelmişti. Marvolo Gaunt. Bunun iki çocuğu olmuştu; Merope Gaunt ve Morfin Gaunt. Merope Gaunt bir bulanık ile evlenmiş, Tom Riddle doğmuştu. Herkes Morfin Gaunt'un evlenmediğini düşündü. Zaten evlenmedi ama Black ailesinden birisiyle ilişkisi oldu ve bir kız çocuk doğdu. Ona Lillian dediler. Ve Lillian benim biyolojik annemdir. Babam ise... Annemin kuzenidir."
Gözlerim kocaman açıldı. Merope gülümsemeye devam ediyordu. Annesi ve babası kuzen ise, bu durumda babası Tom Riddle mıydı? Yani, Lord Voldemort muydu?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Eğer Harry Potter'da Olsaydım
FanfictionKitabın içinde kaybolmak gibiydi, Harry Potter'ı okumak. "Devam hikayesi değildir. Geçmiş hikayesi de değildir. Hikaye aynen alınmış, küçük değişikliklerle bir karakterin ağzından aktarılmıştır." TÜRÜNÜN İLKİ VE TEKİDİR.