En güzeli de işin sonu nereye gidecek benim bile bilememem :D İyi okumalar.
Popomun altında aniden sert ve soğuk bir zemin hissettim. Düşüşüm canımı yaktığı için söylenerek kalktım. Üzerimi çırptıktan hemen sonra başımı kaldırmış ve şoka girmiştim. Etrafa loş bir ışık saçan meşale-gaz lambaları, bu, eski olduğu bir hayli belli olan taştan yapılmış duvarlar...
Sıçrayıp, bir mırlama eşliğinde bacaklarıma sürtünen kediye baktım. Bu simsiyah bir kediydi. Yalnız ilginç bir biçimde mavi gözleri vardı. Durmadan mırıldanıp bacaklarıma sürtünüyor, ara sıra başını kaldırıp gözlerime büyüleyici bakışlar fırlatıyordu. Onu kucağıma alıp yürümeye karar verdim. Yumuşak tüylerini okşadığım tatlı kedi git gide göğsüme sokulurken, bir rüyada olduğumu düşündüm. Oldukça tuhaf bir rüyada. Tanrım. Burası Hogwarts'a öyle benziyordu ki!
Etrafta kimsecikler yoktu. Tereddütlü adımlarla ilerlemeye devam ederken, ben de kediye sokulmaya başlamıştım.
Büyük bir kapının önüne geldiğimde durdum. Sanırım içeriden alkış sesleri geliyordu. Eğer burada bana neler olduğunu açıklayabilecek birileri varsa, bu benim için iyi bir fırsattı. Büyük kapıya parmaklarımı hafifçe değdirir değdirmez, tüm ihtişamıyla açılmıştı.
"GRYFFINDOR!"
Ağzım bir karış halde, alkışların yükseldiği odanın ortasında, başında şapka ile oturan Harry'ye bakakaldım. Kendimi cimciklemek istiyordum. Bu fena halde hoş ve gerçekçi bir rüya olmalıydı.
Alkışlar aniden kesilmiş, gözler bana çevrilmişti. Ne yapacağımı bilemeyerek bir arkama baktım, bir de kucağımdaki kara kediye. Sonra fark ettim ki... Fark ettim ki Harry Potter bile bana bakıyordu.
Yanaklarım alev almıştı. Burada olmamam gerekirdi. Geriye doğru bir adım atacağım sırada omzumu kavrayan sıcak bir el hissettim.McGonagall "Sen Juliet olmalısın," dedi zümrüt gözlerini üzerimde gezdirirken. O sırada Harry şapkayı çıkarmış, masadakilerin elini sıkıyordu.
"Potter bizde! Potter bizde!" diye bağıran Weasley'leri görünce kalp krizi geçirmemek için kendimi zor tuttum.
Profesör Mcgonagall "Bizi çok beklettin, küçük hanım," diye mırıldandı. Aynı benimki gibi siyah saçları vardı.
O, beni salonun ortasına sürüklerken etrafı süzmekle meşguldüm.
Bir tabureye oturtulduğum sırada hala neler olduğunu anlamakta zorluk çekiyordum. Başımda bir ağırlık hissettim.
"Hmm..." dedi şapka hareket ederken. Huzursuzca kıpırdandım ve nefes almaya çalıştım.
"Bu çok garip... Çok yeni... Bu..."Sanki herkes nefesini tutmuş beni izliyordu.
"Slytherin," dedim düşünmeden. Bunu fazla sesli söylemiş olmalıyım ki herkes bir kez daha şaşkınlık içerisinde bana bakmıştı.
"Neden Slytherin?" diye sordu şapka.
"Çünkü... Aslında Slytherin de kötü değil ama herkes kötü sanıyor. Harry bile."
Birden öksürük krizine giren Ron'u gördüm. Herkes tuhafmışım gibi bana bakıyordu. Kucağımdaki kedi kıpırdanıp yere atladı.
"SLYTHERİN!"
Şapkayı başımdan çıkarıp nazikçe tabureye bıraktım. Ve aman Tanrım. Slytherin beni alkışlıyordu. Aman Tanrım. Diğer takımlardan birkaç insan da beni alkışlıyordu.
Masaya yönelecekken bana göz kırpan yaşlı yüzü gördüm. Dumbledore. Yaldızlı bir koltukta, Yüce Masanın ortasında oturuyordu.
Kalbim yerinden çıkacaktı. Evet, çıkacaktı. Bu çok tuhaftı. Tuhaftı işte! Aklımı kaçırıyordum. Deliriyordum yahu!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Eğer Harry Potter'da Olsaydım
FanficKitabın içinde kaybolmak gibiydi, Harry Potter'ı okumak. "Devam hikayesi değildir. Geçmiş hikayesi de değildir. Hikaye aynen alınmış, küçük değişikliklerle bir karakterin ağzından aktarılmıştır." TÜRÜNÜN İLKİ VE TEKİDİR.