Bir kaç gün sonra
Gergin ellerimi ovalayıp stresimi belli etmemeye çalıştım. Fakat sürekli kavga ettiğimi sevgilim ile ve kavga ettiğimiz konular kendi suçumken bu gerginlik beni yerimden kaldıramaz bir betona dönüşüyordu.
Ayrıca bu sevgilinizin küçülme gibi bir sorunu varken tamamen sizin hatanızken, ona bunu nasıl açıklayacağınızı da bilemezdiniz. Aynı benim gibi.
Şuan bulunduğum durumu, duygularımı, gerginliğimi anlatamıyordum ama başka bir şey düşünemiyordum. Louis'in sabrının tükendiğini, beklemekten yorulduğunu görebiliyordum ama sadece susup bekliyordu. Bu sakinlik ona göre inanılmazdı. Sanırım bir sorun olduğunun en az benim kadar farkında.
"Sen konuşmayacaksan ben konuşacağım." Dediğinde artık sakinliğinin sonuna geldiğini, en az onunda benim kadar gergin olduğunu fark ettim. Titreyen elimi bardağıma götürürken başımı hafifçe salladım. Beklediği onayı aldığında konuşmak için uygun kelime aramaya koyuldu.
"Son günlerde hafızamda sorun yaşıyorum ama" deyip duraksadı. Ya söyleyeceği cümleyi tartıyordu ya da ne diyeceğini bilemiyordu.
"Ama, tek hatırladığım kavga etmemiz oluyor."
Konuşma daha ciddi bir yola girdiğinde rahatsızca kıpırdandım.
"Keşke ilk ben konuşsaydım." Diye mırıldandım.
"Konuşmak istediğim konu bu değildi Lou." Diye devam ettim.
"Harry." Diye susturdu beni.
Beni susturmasına rağmen konuşmayınca etrafa yine o korkunç sessizlik yayıldı. Louis'e bakmaktan çekinip bardağımda ki çayı yudumladım. Çayım bile sohbete uyarak soğumuş olmalıydı.
"Harry." Deyince tekrar odağımı mavi gözlerine çevirdim. Açık mavileri koyuya çalmıştı. Sadece ağlamak üzereyken gözleri kararırdı. Şuan o sınırdaydı.
Tam konuşmaya devam edecekken kapı açıldı ve bir kaç kişi içeriye konuşarak girdi. Girenlerin bizimkiler olduğunu görünce birazda olsa rahatlamıştım.
"Hey burada ne yapıyorsunuz?" Diye sordu Liam. "Kaydettiğimiz demo'yu dinleyeceğiz." Başımı sallamakla yetinirken Louis geriye yaslanarak iç çekti.
"Dinlemeye geliriz. Bir şey konuşmamız lazım." Diye açıkladı. Çocuklar ilk Louis'e baksa da sonra bana dönüp anlayışla başlarını salladılar.
Zayn ve Liam önden çıkarken Niall son kaldı.
"Sevişmeden bu odayı terk etmeyin." Deyip kapıyı kapatıp çıktı. Oda tekrar depresif havaya sahip olurken Louis konuşmaya başladı.
"Harry yıpranıyoruz. Ben daha fazla kavga istemiyorum." Diye çatlak sesle mırıldandığında sözün nereye varacağını anladım. Onunkine eş bir yumru boğazımda yer edinirken ağlamamak için parmaklarımla oynamaya başladım.
"Ben ayrılmak istiyorum." Diyerek bitirici darbeyi yaptığında kalbime inanılmaz bir ağrı saplandı. Louis huzursuzca bardağını tabağına bırakırken bardak elinden düşüp yüksek bir ses çıkarttı fakat şuan algılayamıyordum. Ben hala ayrılmanınn etkisindeydim. Seni bırakmayacağım dedikten sonra beni bırakması mı daha kötüydü yoksa her anını unutması mı şuan hangisi beni daha çok üzüyordu bilemiyordum.
En kötüsü de hayır diyemiyordum. Ona kötü gelen bariz benken, karşı çıkamıyordum ama acı çekiyordum.
"S-sen?" Diye boğuk sesle konuşmaya başlayıp biraz duraksadıktan sonra devam etti. "Sen ne diyecektin?"
Uğraşmaktan kızarttığım parmaklarımı çekip boş gözlerle masaya baktım. İçimden ağlamak gelmiyordu sadece acı çekiyordum. Ama biliyordum ki gece yalnız kalışımda sabaha kadar ağlayacaktım.
"Şuan önemi kalmadı bunun Louis." Anlayışla başını sallasa da konuşmadı. Gizlice ağladığını ara sıra yüzüne giden parmaklarından anlayabiliyordum.
En sonunda dayanamayıp ayağa kalktı. Bana bir süre baktıktan sonra kapıya doğru ilerledi. Son kez bana bakmak için durdu.
"Hazz, hala arkadaşız." Diye hatırlatma gereği duydu.
Ben ise onun aksine cevap verme gereği duymadan arkasından öylece baktım. Nerede huzurluysan oraya aitsin Louis. Benim huzurum az önce gitti.
*
Hayatımda ilk kez evimize yalnız giriyordum. Louis son kez bile olsa gelmek istememişti. Ona söyleyeceğim kelimeler yapacağım açıklama tamamen yalan olmuştu. Fark etmiştim ki, onla ayrıyken ona zarar veremezdim. Küçülmezdi veya Zayn'in dediği gibi ölebilirdi.
Onun hayatı benim acılarımın o kadar ötesindeydi ki, umursadığım sadece onun hayatı olmuştu.
Çeketimi rastgele bir yere fırlatıp dolaba ilerledim. Özel günler için tuttuğumuz 1980 yapımı içkiyi çıkartıp bardağıma döktüm. Hoşlanmadığım tat boğazımdan yakarak geçerken dahi acısını hissetmeyecek kadar uyuşuktum.
Kaçıncı bardağı içtiğimi artık bilmediğim bir zamanda bardağı alıp sertçe buzdolabına fırlattım. Bardak paramparça bir şekilde etrafa yayılırken buzdolabındaki resmimiz güzel bir şekilde duruyordu.
"Niye düşmüyorsun?" Diye mırıldanıp bu sefer boş şişeyi fırlattım. Şişe toz bulutu olurken dahi resim çiziksiz bir şekilde hala asılıydı.
"Niye düşmüyor-" diyecekken ani bastıran gözyaşlarım ile yüzümü koluma yaslayıp bağırarak ağlamaya başladım.
Her şeyi kaybetmiştim. Herşeyimle birlikte...