☬4☬

806 85 30
                                    

30 Eylül 1902
"Prens Ten." Ten duyduğu sesle içi kıpır kıpır olurken donuk ifadesiyle ona yaklaşan generale döndü. Elindeki kılıcı indirip karşısındaki generale selam verdi.
"General Taeyong hoşgeldiniz." Ten tüm gün savaş odasında kafa patlattıktan sonra bahçede talimlere başlamıştı. Uzun zamandır talim yapacak en ufak bir boş zaman bulamıyordu. Ve nihayet eli kılıcına sarılı karşısındaki askerlerle kılıç sallayabiliyordu. Elindeki eldivenlerden tekini çıkarıp generale doğru yürümeye başladı.
O günden sonra her şey daha farklıydı. Yani Ten öyle olduğunu düşünüyordu.
Ten kılıcını Taeyong'a uzattığında ikisinde yüzünde rekabetçi bir gülümseme oluşmuştu. Taeyong kılıcı memnuniyetle kavradığında ona doğru gelen askerlere baktı. Ten zırhını çıkarıp köşeye koymuş lacivert bol gömleğinin uçuşmasana izin vermişti. Taeyong üzerine gelen her bir askeri ustalıkla savururken Ten sanki büyülenmiş gibi onu izliyordu. Herkesin bahsettiği kadar vardı Taeyong'un maharetleri. Son askeri de etkisiz hale getirecek pozisyondan sonra yüzündeki ukala gülümsemeyle Ten'e döndü.
"Var mısınız prensim?" Ten'in kılıcını Ten'e doğru uzatırken bahçenin ucundaki Kun ve Taeyong'un yardımcıları Jaehyun ve Doyoung'la göz göze geldi.
Ve Taeyong'un bilmesi gereken bişey varsa o da Ten asla altta kalmazdı.
Uzattığı kılıcı kavradığında nasıl olduğunu anlamadığı bir anda bahçe komutanlarla doldu.
Kısa bir selamlaşma faslından sonra kılıçların birleşme sesi duyuldu ortada. Ten kendinden emin adımlarla kılıcını savururken Taeyong'da bir o kadar ustaca karşılıyordu gelen darbeleri.
Dakikalar öylece birbirini kovaladı. İkiside gelen ufak yorgunlukla kılıçlarını daha sert savurmaya başlamışlardı.
Bahçenin ucundan arabaların sesinin gelmesiyle bir anlık dikkati dağılan general kendini toparlamaya çalışırken öfke kontrolünü sağlayamayan prens tarafından darbe almıştı.
"General Taeyong!" Ten olayın etkisini hızla atlatmış yere düşen generale doğru koşmuştu. Bir köşeye fırlattığı kılıcı bile en küçük bir önem taşımıyordu.
Taeyong önünü döndüğünde yüzündeki ufak gülümsemeyle prense baktı.
"Tebrikler prensim siz kazandınız." Doyoung'un hızlı hareketlerle generalinin yanına gelmesi ve takımının yaka mendiliyle gözünün hemen altından akan kanları temizlemesiyle canının çekildiğini hissetti prens.
Anlayamamıştı nasıl olduğunu. Sadece bir anda kontrolünü kaybetmişti. Kendini suçlarken kendi komutanlarının bakışlarıyla karşı karşıya kaldı.
Hepsi belli etmese de gururlu bir ifadeyle bakıyordu.
"Saray doktorunu çağırın derhal." Ten sesini yükseltip bağırdığında Taeyong'un yanına çöktü.
"Yemin ederim bilerek olamadı özür dilerim." Defalarca sadece Doyoung ve Taeyong'un duyacağı şekilde fısıldamış ellerini gözünün altındaki yarada gezdirmişti.
"Sorun değil Prens Ten benim hatamdı." Taeyong kısa kelimelerle kestirmiş Doyoung'a tutunarak ayağa kalkmıştı.
Komutanlar usul usul uzaklaşırken sadece geride Doyoung, Jaehyun ve Kun kalmıştı onlardan başka.
"Özür dilerim tekrar general." Bir kez daha fısıldadığında saray doktorunun koşarak yanlarına gelmesiyle uzaklaştılar birbirlerinden.
Ten'e kendini kaybetmesi pahalıya patlamıştı.

Sarayda en ufak bir ses bile duyulmazken Ten hızlı adımlarla misafir odalarını takip etti. Taeyong'un olduğunu anladığı odanın önüne geldiğinde kapının önündeki Doyoung'u nasıl aşacağını düşündü bir süre.
"Bir su içip geleyim." Doyoung kendiliğinden kapıdan uzaklaştığında Ten hızlı adımlarla kapıyı aralayıp içeriye girdi. Kendi odasına oranla küçük olan bu oda biraz daha koyu kahve tonlarda döşenmişti. Odanın en uç köşesindeki çalışma masası anladığı üzere Taeyong'un oldukça titiz olduğunu gösteriyordu. Çünkü Tayland'da bir savaş çıkmasada Ten'in çalışma masasında her an çıkabilirdi.
Taeyong hafifçe kıpırdandığında araladığı gözleriyle karşısındaki bedenin kim olduğunu anlamaya çalıştı.
"Doyoung sen misin?" Uyku sersemliğiyle boğuk çıkan sesi her ne kadar Ten'i mest etsede şu an daha önemli şeyleri vardı.
Defalarca özür dilemek gibi.
"Prens Ten." Taeyong şaşkınlıkla konuştuğunda hızlıca toparlanmaya çalıştı. Ten ise hızlıca yanına varmış durması için ellerini tutmuştu.
"Burda ne işiniz var?" Taeyong'un hala boğuk çıkan sesi Ten'i gülümsetmişti.
"Özür dilemek için geldim." Ellerini hafifçe gözünün hemen altındaki yaraya sürdüğünde yüzüdeki acılı gülümseyi sabit tutmaya çalıştı.
"Özür dilerim Taeyong." Dudaklarını kabuk bağlamış yaraya bastırdığında içine doğan ağlama hissini dizginlemeye çalıştı.
"Özür dilerim Taeyong." O gece kaç kez öylece mırıldandı ikiside sayamadı.
Birbirlerini izlerken teslim ettiler ruhlarını uykuya. Ellerini birbirlerindeyken.

Mágoa • taetenHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin