22 Aralık 1902
Derin solukları gecenin karanlığına karışırken Ten yastığına dağılan kızıl saçları izledi bir süre. Daha sonra sevdiceğinin çıplak göğsüne sığınmakta buldu çareyi.
"Bu yara izi nerde oldu?" Taeyong'un hemen göğüs boşluğuna denk gelen boydan boya çizgiyi sevdi defalarca parmaklarıyla.
"6 yıl önce japonlardan baskın yediğimizde olmuştu. Sayı olarak azdık ve hazırlıksız." Ten derin bir nefes çekti ciğerlerine, sayısız yara izi vardı Taeyong'un vücudunda. Kun'da generaldi ama belki iki belki üç yara izi ancak vardı.
"Biliyor musun ilk başta çok tuhafıma gitmiştin. İnatçılığın çok sinirlendirmişti beni." Taeyong kısık kahkahalarını odaya bıraktığında göğsünde dinlenen güzel gözlüsüne döndü.
"Sende inatçıydın. Çok fazla." Taeyong kıkırdadığında göğsünde yatan Ten'e eğilmişti.
"Hala inatçısın. Ve ben en çok inatçılığını seviyorum senin. Kedi gözlerini, güldüğünde oluşan kırışıklıklarını hatta dışarıya karşı sergilediğin sert duruşu." Gözlerinin sulandığını hissedebiliyordu Ten.
"Kimsenin seni yaralamasına izin verme Ten. Bu ben bile olsam." Ten'in gözünden düşen bir damla yaş Taeyong'un göğsünü ıslatırken derin bir nefes aldı ciğerlerine.
"Ten bana bak." Üzerlerindeki beyaz çarşafa dolanarak kalktı Ten yattığı yerden. Eş zamanlı olarak Taeyong'da doğrulmuştu.
"Anı yaşayacağız ne olursa olsun. Hep birbirimizi seveceğiz sonsuza dek. Ayrı kalmamız gerekse bile aklımdan ayrılmayacaksın. Ve asla seni unutmayacağım." Ten gözyaşlarını tutmaya çalışırken Taeyong'un kucağındaki ellerini aldı ellerinin arasına.
"Senden başka kimseyi sevmeyeceğim. Senin gibi öpmeyeceğim. Seni asla terk etmeyeceğim. Şartlar ne olursa olsun." Taeyong karşısındaki prense yaklaşıp birkaç öpücük kondurdu güzel yüzüne.
"Gitmem gerekiyor artık. Güneş yakında doğacak." Ten kabullenmişlikle başını salladığında üzerlerini giyinmeye başlamıştı ikiside.
"Kun sarayda olmadığımı öğrenirse beni öldürür." İkiside gülüştüklerinde Taeyong onayladı onu.
"Eğer Doyoung odamda olmadığımı fark ederse saatlerce dırdır eder başımda ve onu Jaehyun bile susturamaz." Ten Taeyong'un gömleğinin yakalarını düzeltirken konuşmaya başlamıştı.
"Nasıl öğrendin? Yani sevgili olduklarını.." Taeyong önce etrafına bakındı sonra bir gülüş bıraktı.
"Basmıştım. Doyoung oldukça evhamlı biridir Jaehyun'da aksine rahat. Sanırım o gün Jaehyun'a uyacağı tutmuştu." Yüzündeki ufak gülüşten sonra yataktan kalkıp kapıya yöneldi ikiside. Ten kapıyı tam açmak üzereyken ellerini tutan gence döndü. Kollarını sımsıkı onun bedenine sardı.
"Seni seviyorum Taeyong." Fısıltısı geceye karışırken Taeyong'un ufak gülüşü çalındı kulağına.
"Bende seni seviyorum Chittaphon."Ten odasının kapısını açtığında çalışma masasında oturan Kun'u beklemiyordu aslında.
"Kun! Uyku tutmayınca gezmeye çıkmıştım ben." Şaşkınlıkla konuştuğunda Kun ayağa kalkıp selam vermişti prensine.
"İngiliz donanması komutanı Albertin Matinez'den mektup var prens hazretleri." Ten içine yerleşen korkuyla beraber Kun'un uzattığı mektubu kavradığında hızlı hareketlerle açmaya başlamıştı.
Tayland Prensi Ten Chittaphon.
Savaş için değil antlaşma için geliyorum topraklarınıza. Umarım sohbetler iki ülkeninde yararına olur ve kan dökülmeden halledebiliriz.
İngiliz donanma komutanı Albertin Martinez.
Sonun bu kadar yakın olduğunu kim tahmin edebilirdi ki?