18 Ocak 1903
"Sorun yok General Taeyong. Ben halledebilirim." Güven verici bir gülümseme takındı Ten yüzüne. Taeyong'un dolan gözlerini öpüp sorun olmadığını söylemek istedi.
"Siz odanızda dinlenin lütfen." Ellerini önünde birleştirdiğinde ceketinin düğmelerini ilikledi.
"General Kun, Prens Ten'in yanından ayrılmayın lütfen." Kun gamzelerini hafifçe belli ettiğinde prensinin peşinden hızla adımladı.
"Sorun yok Ten. Halledebilirsin." Yol boyunca Ten'e kısık kısık fısıldamış geniş kapının önüne geldiklerinde ikiside gerinmişlerdi.
"Sorun yok." Ten yüzüne yerleştirdiği diplomatik gülüş sonrası açılan kapıdan hızla içeriye girmiş masada oturan komutana selam vermişti.
"General Albertin doğruyu söylemek gerekirse tahmin etmiyorduk böyle geleceğinizi." İhtişamlı diğerlerine oranla daha yüksek sandalyesine oturduğunda ellerini masanın üzerinde birleştirdi.
"Görebiliyorum Prens Ten çok ihtişamlı karşıladınız beni." İkiside güldüklerinde Ten'in beklentili bakışları buldu karşısındaki adamı. Kolay bitmeyecekti bugün.Keman sesi tüm odayı sarmışken Prens Ten bir kadeh daha içmişti.
Ne barış yemeği ama.
Hemen yanında oturan Taeyong'a bakmaya korkuyordu. Bitiyordu her şey. Kendileri gibi. Boynundaki papyona daha fazla dayanamadığında çekiştirip çıkarmakta bulmuştu çareyi. Ellerini dizlerine koyduğunda nefes almaya çalıştı defalarca.
Ne olacaktı sahi şimdi. Nereye varacaktı sonları.
Anı yaşayacağız Ten.
Ellerinin üzerinde hissettiği elle içindeki yangın daha da alevlendi. Boş alanda dans eden çiftler, gülüp birbiriyle şakalaşan diplomatlar sinirlerini bozuyordu.
"Müsadenizle." Masadan zorlukla izin alıp kalktığında bulduğu ilk boş odaya attı kendini.
Ağır keman müziği duyuluyordu burdan. Camı açtıktan sonra nefes almaya çalıştı defalarca. Temiz orman havasını çekti içine. Dakikalar öylece birbirini kovaladı. Açılan kapıya zorlukla döndüğünde gözlerinin dolduğunu hissetmişti. Taeyong her zamanki zerafetiyle karşısında dikiliyordu.
Neden bu kadar güzeldi ki?
Giydiği siyah takımın köşelerindeki ufak işlemeler ve hiç çıkarmadığı köstekli saati. Her zamanki düzenli kızıl saçları. Ten bir tek yatağında dağınık görebiliyordu bu saçları.
Zorlukla adımlarını atabildiğinde sevdiceğinin boynuna sardı kollarını. Ağlamamaya çalışıyordu ama başaramıyordu.
"Sorun yok güzelim. Sakin ol." Defalarca fısıldamış elleriyle defalarca sevmişti saçlarını.
"Anı yaşayacağız dedik değil mi güzelim." Ten zorlukla başını salladığında gözlerinden düşen yaşları sildi elleriyle Taeyong.
Daha sonra boşluktaki elleri yakaladığında derin bir gülümseme takındı dudaklarına.
"Bana bu dansı lütfeder misiniz Prens Ten?" Ten'in dudaklarından dökülen alaylı bir gülümseme sonrası ona uzanan eli yakalamış salınmaya başlamışlardı boş odada.
İlk ve son danslarıydı onların. Dakikalarca sallandılar öylece. Her şeyi, herkesi boş verip. Birbirlerine adadılar bir kez daha kendilerini.