Ten gözlerini açtığında elerine sarılı olan kızıl saçlara gülümsedi. Zorlukla gözlerini biraz daha araladığında yattığı yatağın köşesinden güç alarak doğruldu. Elleri istemsizce Taeyong'un gözünün altındaki yarayı buldu. Hala çok pişmanlık duyuyordu. Bir anlık öfke kontrolünü sağlayamaması buna mâl olmuştu işte.
Taeyong ile aralarındaki anlamlandırmadığı ilişkiyi düşündü bir süre. Ve ne kadar hoşuna gittiğini.
Sarayındaki ona sunulan kadınlara ya da soylu prenseslere hiçbir zaman ilgi duymamıştı.
Ama bir erkeği bu kadar arzulamayı da tuhaf bulmuyordu. Taeyong farklıydı. Bunu ilk günden beri hissediyordu. Ya da ilk sohbetlerinden.
Hayır hayır Taeyong'un ilk model t'den indiğinden beri farkındaydı.
Sonlarını düşünmek istemiyordu. Anı yaşayacaktı buna karar vermişti. Taeyong'un da öyle düşündüğünü zannediyordu.
"Günaydın." Taeyong boğuk sesiyle fısıldadığında Ten ancak düşüncelerinden kurtulup gözlerine çıkarabilmişti bakışlarını. Parmaklarını gözlerinin hemen altındaki yaradan çekip önünde birleştirdi.
"Günaydın." Şirin bir şekilde gülümsediğinde Taeyong doğrulmaya çalışmıştı. Ten Taeyong'un dudağının yanındaki ufak morlukta gezdirdi parmaklarını.
"Özür dilerim." Taeyong yüzünde gezen parmakları aldı önce avucunun içine. Daha sonra sabah mahmurluğuyla gülümsedi.
"Önemli olmadığını söylemiştim prensim." Dolu gözlerini bir müddet sakladı henüz aydınlanmamış odada.
"Chittaphon. Bana böyle seslenebilirsin." İkiside birbirlerine sarmaladıkları ellerine çevirdiler bakışlarını. Daha sonra ilk hamleyi yapan Taeyong oldu ve sım sıkı sardı kollarını ona.
Yıllardır istedikleri huzur buymuş gibi. Göğüs kafeslerinde kayboldular birbirlerinin. Hiç ayrılmamak istediler. Öylece kalmak şu an ölseler bile öyle ölmek istediler.
"Gitmeliyim artık. Herkes uyurken." Ten başı Taeyong'un hemen boyun girintisindeyken konuştu. Taeyong ise sanki istemezmişçesine daha da sıkı sarmaladı onu.
"Doyoung kapının önündedir şimdi. Önce onu gönderiyim bekle burda." Ten yüzündeki ufak gülümsemeyle tekrar Taeyong'un elini tuttu.
"Askerlerin ya çok aptallar ya da çok kötü bir oyuncu? Bence bizi biliyor." Taeyong ne olduğunu hala anlamazken yanındaki bedene bakıyordu hala.
"Dün gece büyük ihtimal beni fark etti ve ben bir su içeyim diye kapıdan ayrıldı. Nasıl girdim zannediyorsun içeriye?" İkiside gülüştüklerinde Taeyong kapıyı açtı. Uykulu Doyoung kapının açılmasıyla sıçramış generaline çevirmişti bakışlarını.
"Doyoung uyandım ben gidip dinlenebilirsin." Doyoung ise şirin bir şekilde gülümsemiş selam vererek karşıdaki odanın kapısını aralamıştı.
"Bizi yadırgamaz mı?" Ten korkuyla sorduğunda Taeyong yavaşça kapattığı kapıdan sonra tekrar sarılmıştı Ten'e.
"Hayır çünkü Jaehyun ile yıllardır sevgililer." Ten önce şaşkınca bakınmış sonra onu saran kollardan istemesede ayrılmıştı.
"Gitmeliyim artık. Sabah kahvaltıma eşlik ederseniz şeref duyarım General Taeyong. Müzakereler başlayacak yalnız kalmamız zor artık." Ten gülümseyerek konuştuktan sonra hafifçe açtığı kapıdan önce başını çıkararak etrafa baktı daha sonra hızlı adımlarla odasına gitti. Kapıyı açmasıyla kapanması bir olmuştu nerdeyse. Gözlerini kapatıp derince nefes aldı.
"Prensim odanızda olmadığınızı görünce endişelenmiştim." Duyduğu sesle irkildiğinde yüzündeki gülümsemenin düşmesine izin vermemişti.
"Korkuttun beni Kun." Kun ise üzerindeki yeleği çıkartıp köşedeki sandalyelerden birinin üzerine koydu.
"Kral Seojoo'nun mektup gönderdiğini duydum onun için gelmiştim ama siz yoktunuz. Kapınızın önündeki askerlere de gitmesini emretmişsiniz." Kaşları hafifçe havalandığında Ten çalışma masasına oturdu.
"Gerek yoktu durmalarına gönderdim bir sorun mu var." Kun kafasındaki şapkayı çıkartıp masanın üzerine koydu nazikçe.
"Mutlusunuz Prens Ten. Bu beni mutlu eder." Ten ise gereksiz bir çıkışta olduğunun ancak farkına varmıştı.
"Üzgünüm Kun. Özür dilemem gereken birisi vardı ordaydım." Kun ise gamzelerini göstererek gülümsemişti.
"Dün siz giderken gördüm zaten."