☬6☬

707 74 13
                                    

Hararetli müzakereler hala uzarken Ten üzerindeki beyaz yeleği çıkarıp sandalyesinin üzerine asmıştı. Taeyong ise şaşkın bakışlarıyla onu izliyordu. Kesinlikle tanıdığı prens değildi bu. Her zaman şirince gülen, gizli kaçamak öpücüklerle deli gibi kızaran ten değildi. Bambaşka biriydi masanın başındaki isim. Kendinden emin, göğsü dik, ne söylemesi gerektiğini kesinlikle bilen biriydi. Havanın sıcaklığından dolayı hafifçe terlemiş prensin gömleğinin açıkta kalan kısımlarının parlaklığını izlemişti bir süre general.
Taeyong kesinlikle Prens Ten'e hayrandı. Tabi favorisi hala sadece kendinin gördüğü Chittaphon'du.
Sonunda komutanlar uykusuzluktan ve çok sıcak havadan nefes alamayacak duruma geldiğinde Ten yeni oturduğu sandalyede dikleşti. Daha sonra gözlerini Taeyong'a çevirdi. İlk kez gülümsemişti bu gün. Oturduğu sandalyede önce Taeyong'u izledi bir süre haranlıkla. Beyaz üzerine tam olan gömleğin üzerine giydiği siyah ceketin yanında kızıl saçlarını açık bırakmıştı çoğu zamanın aksine bugün. Gözünün altındaki yara daha da belli ediyordu kendini. İçini sızlatmıştı bu görüntü. Eğer o yaranın sebebi kendisi olmasaydı Taeyong'un etkileyici olduğunu düşünebilirdi. Gerçi Taeyong'un etkileyici olduğunu düşünmesi için sudan sebeplere ihtiyacı yoktu.
Böyle olmayacaktı farkına vardı. Hızla toparlanıp az önceki ifadeleriyle masada oturan komutanlara döndü.
"Bugün burda bırakalım. Dinlenin yarın yine bu saatlere doğru başlarız toplantıya." Komutan yüzlerine yerleştirdikleri mutluluk ifadesiyle teker teker salonu terk ederken Ten oyalanıyordu.
"Siz çıkabilirsiniz benim Prens Ten ile görüşmem gereken bir mevzu var." Ten bıyık altı bıraktığı bir gülüşle sandalyesine oturdu.
"Tabi efendim biz kapıdayız." Doyoung çok zeki bir adamdı gerçekten. Salondan çıkarken Jaehyun'la attıkları ufak gülümsemeler sonrası kapı kapanmıştı.
"Neymiş General Taeyong benimle konuşmanız gereken mevzu?" Ten kaşlarını kaldırdığında Taeyong oturduğu sandalyeden kalkmış ona yaklaşıyordu.
"Biri girer içeriye." Ten sessizce fısıldadığında Taeyong masanın üzerine oturmuş prense bakıyordu.
"İçeriye kimseyi almaz merak etmeyin." Ellerini Ten'in gömleğinde gezdirirken yüzünü yüzüne eğmişti yavaşça.
"Her geçen gün beni kendinize gerçekten hayran bırakıyorsunuz Prens Ten. Dudaklarını hafifçe prensin yanaklarına sürttüğünde ikiside titremişti. Ten'in gözleri kapanmıştı yavaşça.
"Birde kendinizi bilseniz keşke General Taeyong." Elini yüzündeki yaraya çıkardığında yüzüne buruk bir gülümseme yerleştirmişti. Taeyong ise karşısında tüm güzelliğiyle yara izine bakan prensi izliyordu. Hayrandı Prens Ten'e. Gülüşüne, konuşmasına kendinden emin duruşuna. Bu gün çok tekrar etmişti bunu ama vazgeçemiyordu işte sürekli aynı şeylerin beyninde dolanmasına. Uzanıp karşısındaki buruk gülüşlü dudaklara küçük bir öpücük bıraktığında geri çekildi. Ten ise anın sarhoşluğuyla gözlerini açamadı tekrar. Sanki her şeyin rüya olmasından deli gibi korkuyordu.
Sorun değil Ten her şey gerçek.
Gözlerini tekrar açtığında Taeyong'un gülümsemesini görmek için yaşamıştı sanki bunca zamandır. Uzandığı ellerini tutabilmek için yaratılmıştı elleri.
"Sizi seviyorum Prens Ten." Aşkın tanımı buydu o zamanlar. Herkese söylenmezdi kıymetli cümleler. İkiside hayatları boyunca sadece birbirlerine söyleyebilmişlerdi bunu.

 İkiside hayatları boyunca sadece birbirlerine söyleyebilmişlerdi bunu

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
Mágoa • taetenHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin