Bir İstanbul Masalı 2. Bölüm – Yeni Başlangıçlar
Bindiğimiz taksinin camını açmış, kederli gözlerle dışarıya bakıyordum.
“İstanbul’u dinliyorum gözlerim kapalı, sonra öküzün biri geğiriyor kendime geliyorum! Bu ne be? Zaten yüksek doz egzoz solumaktan ölüp gideceğiz, biri şu öndeki arabalara Şebnem Gürsoy’u trafikte bekletmemeleri gerektiğini söylesin canım, devlet buna bir çözüm bulsun. Hadsizler!”
Taksici yolun başından beri dikiz aynasından, üçümüze yönelttiği bakışlarını, büyük bıyıklarının altından bir kaç şey söyleyerek süslemek istemiş olacak ki konuşmaya başladı.
“Farklı bir şehirden mi geldiniz bayan?”
Oo hırt dili ve edebiyatı diyorsun... ‘Bayan’ falan. O fakülte başına yıkılsın senin, allahın krosu!
“Yok, biz Fransaoğullarındanız, bildiniz mi?” Taksici kaşlarını çatarak bir süre boş bakışlarla bana baktı. Tabii, Şebnem Gürsoy dili ilk kez duyanlar için oldukça sarsıcı oluyordu genelde.
“He, anladım. Fransa’dan geldiniz siz! Hoşgeldiniz, vallaha ben de diyordum ‘Nerede bu güzel Türk bayanları?’ Meğer Fransadalarmış!” Lafını bitirir bitirmez bıyıklarının altından ‘keh keh’ sesi çıkararak güldü.
Gözlerimi büyütüp, yutkundum. İğrenmiş bakışlarını adamdan kaçırmaya çalışan Kainat ve Almilla’ya dönerek fısıldadım.
“Kızlar vallaha törpü hala çantamda, koskoca Porche’ye değdi demem gözünü yolarım ben bu hanzonun!” Kainat gözlerini büyülterek azarlayıcı bakışlarla bana baktı.
“Ne diyon sen ne diyon! Burada da bir olay patlat da bu sefer de Mars’a sürgün edilelim. Bir rahat dur be, aa!”
“Ay canım, ben mi suçlu oldum şimdi? Sen adama Rey Mysterio gibi dalarken iyiydi!” Almilla bıkkın bir şekilde nefesini vererek bize döndü.
“Öf ama, olmaz ki böyle! Yeni şehir, yeni başlangıç! Böyle ilk dakikadan memnuniyetsizlik, ilk dakikadan tartışma evrenin huzurunu bozar!”
Kainat’la birbirimize bakıp gülmeye çalışarak ‘Haklı, evet, doğru.’ gibi şeyler mırındandıktan sonra anlamsız bakışlarla başımızı çevirdik. Almilla’nın evren ve enerji içerikli dilinden hala anlamıyorduk fakat en azından alışmıştık.
--
Taksi, büyük villaların sıralı olduğu, tek tarafı ormanlık olan yolda bir süre ilerleyip en sonunda büyük bir kapının önünde durmuştu. İçimizi yakan o tuzlu ücreti, taksiye binbir şikayet eşliğinde ödedikten sonra bagajdan bavullarımızı da alarak yeni evimizin bahçesine giriş yapmıştık.
Girişte bizi kocaman bir havuz karşılıyordu, havuzun hemen arkasında duran büyük ve görkemli iki katlı ev Fransa’daki evlerimiz yanında küçük; beklentilerimizin yanında büyük kalıyordu. Eve doğru yürürken konuşmaya başladık.
“Valla ben bir apartman dairesi bekliyordum, ne yalan söyleyeyim.” dedi Kainat, evin yan tarafındaki yeşilliği süzerek.
Havuzun kenarından yürüyüp, evin girişinde duran sandalyelere yerleşerek bavulları yere bıraktık. Gözlerimi, havuzun üzerine ve kenarlarına düşmüş olan sararmış yaprakların üzerinde gezdirdim.
“Sağlam bakıma ihtiyacı var, şöyle bir temizlemek gerek. Ellerinizden öper!” Kainat tam atarlı bakışlarını bana sabitemiş bir şekilde konuşmaya başlayacaktı ki Almilla araya girdi.