Kuyu

136 5 3
                                    

- Ahmet, buraya ilk geldiğin günü hatırlıyor musun?

- Pek sayılmaz, sen?

- Ben de hatırlamıyorum... Sence neredeyiz?

- Ne bileyim Önder! Allah'ın belası bir kuyu işte!

Önder o gün içerisinde bulundukları yer ve sebeplerine kafayı takmış vaziyette dar ve karanlık yuvalarının içerisinde bir aşağı, bir yukarı dolanıp durmuştu. Dedelerinin dediğine göre on beş yaşındaydı ve kendini bildi bileli bu kasvetli, soğuk taş duvarlar arasında yaşamaktaydı. Tıpkı diğer altı çocuk gibi...

Başlarında bulunan dedeleri Hakan ile birlikte yedi yaş ile on altı yaş arasındaki dört erkek ve üç kızın oluşturduğu hepi topu sekiz kişilik küçük bir aileden ibaretlerdi. Hep bir arada yaşamanın verdiği alışkanlıkla aile gibiydiler, fakat aralarında herhangi bir kan bağı yoktu. Yani dedelerinin söylediği buydu... Zaten içerisinde bulundukları durum ve dışarıda olup bitenleri yalnızca yanlarındaki tek yetişkin kişi olan Hakan dedenin anlattıkları kadarıyla bilebiliyorlardı. Bir de tabi kitaplarda yazılı olanlar...

Fakat kitaplar yakın geçmişe dair herhangi bir bilgi içermiyor, sadece okuma yazma öğretmeye ve teorik birkaç bilgi aşılamaya yönelik ders kitapları olmaktan öteye geçmiyorlardı. Birkaç roman ve masaldan oluşan ufak bir kütüphaneleri de vardı ancak dedeleri o kitaplarda anlatılan dünyanın tamamen kurmaca olduğu ve dışarısının hiç de orada anlatıldığı gibi özenilecek bir tarafı bulunmadığı konusunda ısrarcıydı. Bir zamanlar kitaplarda geçen türden bir dünya vardı belki ama kendisi de dâhil yaşayan hiç kimse o günlere dair herhangi bir şey hatırlamıyordu. Tek bildikleri günün birinde korkunç, devasa yaratıkların çıkıp geldiği ve insanlara hayatı dar ettiğiydi. Dünyanın dört bir tarafında insan nesli hızla tükeniyor, bir şekilde hayatta kalmayı başaran insanlarsa küçük topluluklar halinde gözlerden uzak mağara ve dağ başlarındaki ufak yerleşim yerlerinde saklanıyorlardı. Yetişkin insanlar bile bu yaratıklarla saklanarak zor baş edebildikleri için Hakan dedenin köyü verilmesi zor bir karara imza atmış ve yeni doğan her çocuğu köylerinin yanı başındaki bu derin, karanlık ve soğuk, eski kuyuya saklamayı uygun görmüştü. Ayda bir defa köyden birkaç yetişkin kuyunun başına geliyor, ihtiyaç duyabilecekleri temel yaşam malzemelerinden oluşan bir koliyi kuyunun eski ama hala çalışır durumdaki düzeneği sayesinde aşağı salıyor, başkaca bir ihtiyaçları olup olmadığını öğrenip, bir dahaki sefere onları da sağlayacaklarının sözünü vererek uzaklaşıyorlardı. Hakan dedeleri gönüllü olarak başlarında kalmayı kabul etmeseydi çocukların canavarlarla dolu dış dünyada hayatta kalabilmeleri mümkün değildi. Gerçi burada da hayat o kadar kolay değildi. Daracık bir alanda sekiz kişi dip dibe yaşamaya çalışıyor, soğuk havalarda hasta olmamak için birbirlerine sokulup hayatta kalmaya çabalıyorlardı. Yağmurlu günlerde yükselen suda boğulmamalarını ise kuyu çevresinde açılan birkaç drenaj hattına borçluydular.

Aslında bir de Pamuk nineleri vardı. Hakan dedenin biricik hanımıydı. Güler yüzlü, sevimli, çocukların sevgilisi ihtiyar bir kadıncıktı. Ancak üç ay önce ansızın vefat etmiş, dış dünyalılar tarafından apar topar alınıp bilinmeyen bir yerde defnedilmişti. O hayattayken kız çocuklarının bakımı ve eğitimi Pamuk nineden, erkek çocuklarınınkiyse Hakan dededen sorulurdu. Ninelerinin ölümü herkesi derinden üzmüş olsa da şüphesiz, en büyük darbeyi alan hayattaki tek varlığım dediği hanımını kaybeden Hakan dedenin ta kendisiydi. Son üç aydır çocuklara söz geçirebilmek için bir başına kıvranıp duruyor, daha çok taze olan acısını bile doğru dürüst yaşayamıyordu. Yine de Önder içine attığı ıstırabı yüzünden okuyabiliyor, hatta ninelerinin kaybından bu yana geçen şu kısacık zamanda günden güne çöktüğünü görebiliyordu.

KuyuHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin