Hakan dedenin beklenmedik öfke patlaması belki beş dakika bile sürmemişti, fakat çocuklar üzerinde bıraktığı etki uzun süre silinebilecek türden değildi. Bu ani çıkışın üzerinden iki hafta geçmesine rağmen kuyuda hala buz gibi bir hava hâkimdi. Çocuklar günlerinin çoğunu çıt çıkarmadan öylece oturup, yalnızca kendilerine söyleneni yapmakla geçiriyor; dedelerinin öfkesini yeniden uyandırmaktan korktukları belli gözlerle etraflarına bakınarak, en ufak hareketlerinde bile bir onay bekleyerek ona dönüyorlardı.
Hakan da bu durumdan memnun gibi görünmekteydi. İlerleyen yaşına rağmen yedi ergen çocuğun ihtiyaçlarına koşmaktan yorgun düşen bedeni yeni bir isyan dalgasıyla baş edemeyebilirdi ve zamanın başından beri isyanları bastırmanın en etkili yönteminin korku salmaktan geçtiğini çok iyi biliyordu. Bu nedenle ortama çöken tedirginlik havasını lehine kullanmak istiyor ve buzları eritecek herhangi bir adım atmaktan geri durarak, çocuklarla arasında açılan mesafeyi korumayı tercih ediyordu. Çocuklara karşı her daim güler yüzlü, sevecen bir ihtiyar olan Hakan için böylesi bir portre çizmek elbette üzücüydü, ancak bazı durumlarda dengeleri korumak adına birtakım fedakârlıklarda bulunmak gerektiğinin bilincindeydi. Ancak hesaplayamadığı bir şey vardı; o da Önder'in kırılamayan inadı.
İnatçı olduğu kadar kararlıydı da...
Dedelerinin yüzlerine haykırdığı gerçek ağırına gitmiş ve kabullenmesi biraz zaman almıştı, ancak verdiği kararlardan dönmek karakterinde yoktu. Bu yüzden bir müddet yaşanılanları hazmedip toparlanmak için çabalamış, sonrasındaysa yeniden dışarı çıkabilmenin yollarını aramaya başlamıştı. Ne yazık ki ne kadar düşünürse düşünsün Hakan dedeyi bir şekilde ikna etmek dışında bir çare göremiyordu. Kuyuda dışarıya uzanacak uzunlukta bir halat bulundurulmazdı. Bir şekilde eline bir halat ya da zincir geçse bile kaçış planında kimseden destek alamayacağının farkındaydı. Diğer çocuklar ondan yaşça küçüklerdi ve onun kadar cesur da değillerdi. Dedelerinin birkaç sert sözüyle sus pus kesilmişler, nefes almaya bile korkar olmuşlardı. Tek koluyla böylesi bir uğraşın üstesinden gelmesi de imkân dâhilinde görünmüyordu. Yaşça en büyükleri olan Zeynep'le konuşmak mümkün olabilirdi, ama o da dedelerini çok severdi ve böylesi bir deliliğe kalkışarak onu üzmek istemeyeceğini kestirmek çok da güç değildi. "Yine de denemekten zarar gelmez" diye düşündü. Çocukların giysilerini katlayıp yerleştirmekle meşgul olan Zeynep'in yanına gitti ve yardımcı olmak niyetindeymiş gibi görünmeye gayret ederek kıyafetlere uzandı. Önder'in bu yardım çabası Zeynep'i şaşırtmıştı, fakat işine geldiği için sesini çıkartmamış, yardımcı olmasına müsaade etmişti. Bir müddet sessizce kıyafetleri düzenlemeyi sürdürdüler.
Sessizliği ilk bozansa Zeynep oldu. "Hayırdır, sen işlere pek elini sürmezdin" dedi önündekilerle ilgilenmeyi sürdürürken. "Canım sıkıldı. Kitapların hepsini defalarca okudum. Çocuklar da bu aralar pek konuşmuyor. Hakan dede desen, geçen seferki tartışmamızdan sonra yanına bile sokulamam" dedi Önder olabildiğince sıkılgan bir edayla. Zeynep'in buna yanıtıysa gayet iğneleyiciydi "E sen kaşındın. İhtiyarın üzerine o kadar gitmeyecektin." Böylesi bir karşılık Önder'in canını iyiden iyiye sıkmak dışında bir işe yaramamıştı. "Ama Zeynep, dışarıyı görmek istememde ne yanlış var?" diye sordu. Sesinde acınası, çocuksu bir hal vardı. Bir yandan dışarıya çıkmayı çok istiyor, diğer yandan bunun imkânsızlığını görüyordu. Bu tavır Zeynep'in kalbine giden yolun anahtarı gibiydi. Ne zaman bu çocuksu hallerini görse dayanamaz, yumuşar ve karşısındakine kulak kabartırdı. Bu kez de öyle oldu...
Elindeki işi bir kenara bırakarak Önder'e doğru döndü ve hüzünlü bakışları eşliğinde Önder'in yanağını okşayarak "Tabi ki seni anlıyorum ama sen de anlamalısın ki Hakan dedemiz de burada bizimle hapis hayatı yaşamaktan memnun değil. O da ait olduğu köye, kırlara, bayırlara dönmek, belki de hanımının mezarına gidip iki dua okumak, üzerindeki yabani otları temizleyip, güller dikmek istiyor. Ama bizler için en doğrusunun bu olduğuna karar verilmiş ve o da bizler için tüm hayatına sünger çekip buraya, bu pis izbeliğe inmeye gönüllü olmuş. Ona biraz saygı duymalısın" dedi. "Tabi ki saygı duyuyorum" diye kesin bir dille karşılık verdi Önder. "O bizim 'dedemiz', ama dışarıya duyduğum özlemi de bir türlü bastıramıyorum. Keşke bir yolu olsa da dışarıyı bir görüp gelebilsem... Belki de söylediği kadar korkunç bir yer değildir?" Bunu söylerken çocuksu bir heyecana kapıldığı ışıldayan gözlerinden görülebiliyordu. Zeynep ise hüzünlü bir hayale dalarak bir süre düşündü. En sonunda yorgun düşmüş bir tavırla "Ben de dışarısının çok da korkunç bir yer olduğunu sanmıyorum, ama insanlar acımasız Önder" dedi. Kısa bir iç çekişten sonra da "Ya başımıza bir şey gelirse? Üstelik aramızda çok küçükler ve iletişim problemi olan kardeşlerimiz var. Kalabalık bir insan topluluğunun saldırısına uğrarsak kendimizi mi, onları mı koruyacağız?" diye sordu. Belli ki o da uzun zamandır bunu düşünüp durmaktaydı. "Peki ya sadece birimizi dışarıya gönderirsek?" dedi heyecanla Önder. Kafasında bir şeylerin döndüğü görülebiliyordu, ama Zeynep için anlaması pek de kolay olmamıştı. "Nasıl yani?" diye sordu merakla. "Sadece benim yukarıya çıkacağım bir şeyler planlayabilirsek dışarıda olup bitenleri gözlemleyebilir, hepimizin yaşayabileceği güvenli bir ortam olursa da sizleri yanıma alabilirim. Oldu ki bizim güvenle yaşayabileceğimiz bir ortamın bulunmadığına kanaat getirdim. O zaman yine sessizce buraya döner, aranızda yaşamaya devam ederim." Zeynep duyduklarına inanamayan bir tavırla tereddüt içerisinde bir süre bekledi. Ardından da gayet kesin bir tavırla "Olmaz!" dedi. "Yukarıda neler olup bittiğini bilmiyoruz. Başına bir iş gelebilir." Önder ise kararından emindi. "Ben kendi başımın çaresine bakabilirim!" diye atıldı arkadaşını fazla bekletmeden. "Başıma bir şey gelmemesi için ihtiyatlı davranacağımdan emin olabilirsin." Duydukları Zeynep'i yeterince ikna etmese de bu karanlık kuyudan kurtulma fikri ağır basmış ve bir şeylerin değişmesini istiyorlarsa birtakım riskleri göze almaları gerektiğini kabul etmek zorunda kalmıştı. Ancak hala çözülmesi gereken bir sorun vardı. Önder'i nasıl yukarıya gönderebilirlerdi?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kuyu
Short StoryKendini bildi bileli arkadaşlarıyla bir kuyunun dibinde yaşayan Önder'in gerçeği bulma arayışı.