Murat için 'kuyuda olmak' hiçbir şey ifade etmiyordu. Havanın en açık olduğu bir gün bir çölün ortasında dikiliyor olsa dahi o yine aynı kuyunun dibindeki karanlığı yaşayacaktı.
Belki hava biraz daha sıcak olurdu, hepsi o...
O bir görme engelliydi. Doğduğundan bu yana göremiyordu ki kuyu nedir bilsin. Etrafında olup bitenleri sadece duyduğu sesler ve dokunduğu nesnelerden kavrayabildiği kadarıyla biliyordu. Bu yüzden ha bir kuyuda yaşamış ha bir saray odasında. Pek de farklı değildi onun için. Kendisinin nasıl göründüğünü bile bilmiyordu ki. Giyinip kuşandığı şeyler gerçekten üzerine yakışıyor mu? Yakışsa ne fark eder? Etrafındaki eşyalar, duvarlar nasıl görünüyorlar? Renkleri nedir? Sahi renk nedir? Doğduğundan bu yana hiç görmediği için renklerin de ne anlama geldiğini pek bilmiyordu ki. Tabi daha güzel kokulu, ılık ve rahat bir ortamda yaşamayı tercih ederdi. Ama içerisine doğduğu dünya bu şekildeydi. Pis kokulu, soğuk ve karanlık...
O da bunu kabul etmiş, ötesini sorgulamadan yaşamayı seçmişti.
Dış dünyayı merak etmiyor değildi elbette. Her ne kadar çok yaşanılası bir yer olmadığını anlayabilmiş olsa da çöl fikrini kabul etmekte zorlanmıştı mesela. Nasıl bir yer ise onu kendi gözleriyle görebilmeyi isterdi. Türlü ağaçları, bin bir çeşit ve renkteki çiçekleri ve önlerine yiyecek olarak gelen her türlü bitkinin nasıl göründüğünü bilmek isterdi. Hayvanları da merak ediyordu. Arkadaşları kitaplardaki resimlerinden görebiliyor olsalar da burada seslerine de gerçek görünümlerine de çok uzaktılar. Kuşların cıvıltılarını, kedi köpeğin neye benzediğini ve ne gibi sesler çıkardıklarını merak ediyordu. Fakat en fazla da denizin neye benzediğini merak ediyordu. Devasa genişlikteki bir su kütlesi nasıl görünürdü acaba? Ya o dalgaların hışırtısı? Hiç su hışırdar mıydı ki? Bunu kendi gözleriyle görmeden inanması çok güçtü işte! Sahi dalga dedikleri nasıl bir şeydi ki? Önce bunu görüp hazmetmesi gerekecekti...
Evet, karanlık bir kuyuda olmak onun hayatının bir parçasıydı ve nerede olursa olsun büyük bir fark yaratmayacaktı. O yüzden bu hayata kardeşlerine göre çok daha kolay uyum sağlamıştı. Küçük bir yaşam alanına sahip olmaları ve türlü tehlikelerden uzak olmaları onun için bir avantajdı bile denebilir. Göremese de her köşe bucağı avucunun içi gibi biliyor, herhangi bir endişe duymadan her işini ustalıkla görebiliyordu. Bu da onun için yeterliydi. Yine de bazı durumlarda sadece duymak yetmiyordu. Özellikle insanların arasında bir şeyler geliştiğinde birilerinin gelip ona neler olup bittiğini detaylıca anlatmaları da gerekliydi. İşte o gün de tam olarak bu tür bir olaylar dizisinin ortasına düşmüştü.
İleriki zamanlarda çocuklar o günü bir tür karmaşa, kaos ortamı olarak tanımlayacaklardı. Oysaki Murat için o gün de diğer günler kadar sıradan başlamıştı. Sabah erkenden uyanmış, Zeynep ablasının yardımıyla kahvaltısını yapmış, arkadaşlarıyla kitaplar, masallar ve en çok da dışarıdaki canavarlar hakkında konuşmuşlardı. Bir ara Hakan dedelerinin o gür sesiyle "Haklı!" dediğini işitmiş, ancak devamında konuşulanlardan hiçbir şey anlamadığı için konuya olan ilgisini çabucak yitirmişti. 'Herhalde şu büyüklere özgü tartışmalardan biri daha' diye düşünmüştü o an. Birkaç gün önce Önder abilerinin yediği azara rağmen Hakan dedeyi hala sinirlendirebiliyor olmalarına da şaşıp kalmıştı. Murat zeki bir çocuktu. Her ne kadar bugün azar işitenin kim olduğunu merak ediyor olsa da son olanlardan sonra her işe burnunu sokmamayı öğrenmişti. Bu nedenle etrafındakileri soru yağmuruna tutmaktansa ilgisiz kalmayı uygun görmüştü. Ancak az sonra kuyuya çöken garip havayı gözleri görmediği halde o bile fark etti. Birazdan yaşayacakları türden bir olaya karşı kayıtsız kalmaksa o kadar kolay olmayacaktı. Belki de bu deneyim onun açısından kuyuda yaşadığı en büyük travma olacaktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kuyu
Cerita PendekKendini bildi bileli arkadaşlarıyla bir kuyunun dibinde yaşayan Önder'in gerçeği bulma arayışı.