AA GELDİK
▪asansörün kapıları açıldığında kendimi olabilecek en hızlı şekilde dışarı atıyorum. klostrofobik halim hastanenin dışına yürümeye başladığımızda hatrı sayılır seviyede azalıyor.
kapıya ulaştığımızda kafamı uzatıyorum ve tony'nin sola doğru dönüp kafasını kaldırışını, derin bir iç çekmesini izliyorum.
onun olduğu tarafa baktığımda, sarıya çalan kahverengi saçlı ve yapılı, diğeri de onun tarafından duvara dayanmış, bacakları iri olanın beline sarılmış ve koyu kahverengi saçları karman çorman olmuş bir şekilde yiyişen iki oğlan göreceğimi önceden tahmin edemiyorum.
tony, ellerini arkada birleştirerek kendisini fark etmelerini bekliyor ama devam ettiklerini görünce boğazını temizeyip sesleniyor.
"peter!"
ismini yeni öğrendiğim genç, tony'nin sesini duyduğu anda irkiliyor ve hızlıca önündekinin kucağından atlayıp tony'ye dönüyor. kıpkırmızı suratını gördüğümde ister istemez gülümsüyorum.
peter ellerini birleştirip özür dilemeye başladığı sırada diğer oğlan onun sözünü kesiyor. konuşurken ona baktığımda ela gözlü olduğunun farkına varıyorum.
"bay stark, çok üzgünüm böyle görmenizi-"
"güzel bir anı bozmak zorundaydın çünkü. gerçekten mi stark?"
tony küçük bedeninin ağırlığını sağ ayağına verip kollarını birleştiriyor ve patavatsız genci cevapsız bırakıyor.
bir süre isteği dışında çatılmış kaşlarını düzeltip bir bana, bir peter'a dönüyor.
"peter, tanıyorsun. steve, bu peter. evet ismin steve. gidelim."
kendi ismimi ilk defa duyup, bozuntuya vermemeye çalışsam da, tony anlayıp beni bilgilendiriyor.
dört kişi arabaya doğru ilerlerken, adını bilmediğim oğlanın, şefkatle peter'ın omzuna kolunu atıp onu kendine çekmesine, koyu kahverengi saçlının da huzurla gülümseyerek başını ela gözlüye yaslamasına mutlulukla bakıyorum.