bunun normalde 3 bölüm süreceğini biliyor muydunuz:D
peter'ın uzattığı bardağı alıp koltuktaki yerime geçiyorum, diğer herkesin yerleşmesini beklerken wade, sevgilisinin yanağından öpüp odadaki kimsenin -tabii ki gözleri ışıltı, yüzü temessümle süslü arkasından bakakalan genç oğlan hariç- onu sevmemesinden faydalanarak sessiz sedasız kapıdan çıkıyor.
natasha lavabodaki bulaşıkları wanda'ya teslim ederken aynı ışıltı onun yeşillerinden akıyor, kız işe koyulurken çaprazımdaki üçlü koltuğa kendini bırakıyor.
şüphesiz aramızdaki en tuhaf iki isim birbirlerine bakmayı sürdürerek karşılıklı oturuyorlar, loki uzun parmaklarını takım elbisesinin ceketini çıkarmadan düğmelerini çözüyor, gram yağsız olduğu belli olan gövdesini sadece saçları kadar siyah gömleği siper ediyor. hafif alaycı gülümsemesi yüzünde asılı, her kişinin hareketlerini ezberlemeye çalışıyormuş gibi etrafta gezinen delici bakışları; yeşil midir, mavi midir bilinmeyen renk cümbüşü irislerinde toplanmış, sağ elinde dairesel hareketlerle salladığı viskiye odaklanıyor, tartışma için gardını almış, karışık cümlelerini bir o kadar da karışık aklında düzene sokmaya çalışırken hafif dertli gözüken güzel çehresine gölge düşüyor.
kafasını ikinci kez kaldırdığında ikisinin gözleri kesişiyor.
karşısındaki adam, yüzündeki her geçiş, her detayı yüce bir imparatorluğun hazinesi imiş ve kendisi de gardiyanmış gibi bir edayla gizlice gözetliyor, yakalanmanın telaşını ise asla belli etmiyor, burnunun altında düz bir biçimde gerdiği parmakları çehresinin yarısını kaplayıp masmavi gözlerini ortaya seriyor, arada sırada onları dudağının çevresini ve yanağının altına kalemle çizilmiş gibi duran sakal-bıyıkları üstünde gezdiriyor, diğer bacağının üstüne attığı bacağında duran sütlü çayı soğumak ya da düşmek üzere, ama o bunu umursuyormuş gibi durmuyor. loki'nin aksine onun takımı tamamen beyaz, biçilmiş kaftan gibi vücuduna yakışıyor. oturuş pozisyonundan bile adeta asalet akıyor.
sonunda wanda bulaşık işini bitirip yanımıza geldiğinde, herkes yerleşmiş oluyor ve aralarındaki gerilim biraz olsun durmuyor.
odadaki sohbet şenlenip atışmalad devam ederken peter ve bucky esnemeye başlıyor, saat geçtikçe uyumaya gittiklerini haber verip aramızdan ayrılıyorlar.
biri siyahlarla, diğeri de beyazlarla çevrili iki adamın konuşması hiç olmadığı kadar dikkatimi çekmeye başlıyor koltuk başına düşen insan sayısı azaldıkça.
"geri kafalı olabilirim, ama şirketteki makineler yüzünden delireceğim bir gün."
tony burnundan garip bir ses çıkarıp alayla cevaplıyor,
("geçen gün şifreyi dolabının şifresini unuttuğun için toplantıya dosyasız geldin stephen, bu benim yapay zekamın sorunu değil.") ve gece boyunca sahayı zıt kutuplardaki iki adama bırakıyor."siz ve bütün dünyanın şu yapay zeka sevgisini anlayamıyorum," diyor beyazlı sağ elini -özellikle tony'nin olduğu yere- savurarak. "kontrolü bile elinizde olmayan bir şeyi yaratmayı, kullanmayı nasıl kabullenirsiniz?"
"tony ve oyuncakları olmasa şirket bir şey beceremezdi; elimizde imkan oldukça kontrol altında tutacağız, başka ne ile bu kadar bilgiye ve veri tabanına erişmeyi düşünüyorsun ihtiyar?" konuşan kişi bu sefer loki olurken iki adam birbirlerinin üstüne atlayacakmış gibi duruyorlar.
stephen üç yaşındaki bir çocuğu dinliyormuş edasıyla gülümsüyor, "kitaplarımız var, geçmişten gelen hazineler!"
ortam iyice keyiflenirken tony'nin siyahlı adamın viskisini yenileyişini izliyorum.
"ihtiyacımız olan şey geçmiş değil, teknoloji canlı bir kavramdır, gelişir, evrimleşir, insanlara ayak uydurur, işte tam da buna ihtiyacımız var. bizim geliştirebildiğimiz ama bizi geliştirebilen şeye."
beyazlara kuşanmış adam hak veriyor ona, teslim oluyor ve din hakkındaki tartışmada, ondan günümüzdeki mizah; kara mizah, çeşitli ideolojiler, siyaset, ingiltere tarihi, amerika tarihi, ikinci dünya savaşı ve takip edemediğim başka şeyler konulu tartışmalarda bir satranç tahtasının başındalarmış gibi kelimelerini özenle seçerek davranıyorlar, sırayla iki adam da -siyaset dışında, onda tamamen hemfikirlerdi- birbirini mağlup ediyor.
bu çekişmeli atmosfere rağmen birbirlerine kati suretle rakip olarak batmamaları, hatta tartışmadan zevk aldıklarını ikisinin de gözlerinden okuyabiliyorum.