PART 3 - Afraid of Dying

580 42 112
                                    

Beyaz elbiseli bir yabancıyı öptüm.

O, başımın üzerine bir taç koydu,

"Her kral yatağında bir kraliçeye ihtiyaç duyar," dedi.*

Connor radyoyu kapatma isteği duymayarak arabanın kapısını açarak karlı zemine ayak bastı. Yavaşça yürüyerek karın üzerinde ayak izleri bıraktı. Demir tellerin kenarından dolaşarak parkın içine girdi. Döner platformun yanından geçerek kızın oturduğu bankın arkasında durdu. Birkaç saniye hareket etmekte tereddüt ettikten sonra, onun yanına ilerleyip kollarını göğsünde bağladı. Gözlerini ona dikti.

Kar taneleri yeryüzündeki en güzel şeyi bulmuş gibi kıza hücum ediyordu. Açık kahverengi saçlarının üzerinde duran beyaz noktalar saçlarını çok daha yumuşak gösteriyordu. Başındaki kurumuş kan Connor'ın içinde garip bir his oluşturdu. Siyah kot ceketini bu soğuk havaya rağmen çıkarmış, bankın üzerine atmıştı. Kısa kollu bir tişörtle durmasına rağmen hiçbir şey hissetmiyormuş gibiydi. Dizlerine yasladığı kolları fazlasıyla inceydi. 

Ve işte Connor o zaman fark etti, onun o güzel aklını kurcalayan bir şeyin olduğunu.

Yeşil gözleri donuk bir şekilde karşısına serilmiş şehri izliyordu ama aklının orada olmadığı kesindi. Saçları hafifçe esen rüzgarla uçuştu. Dalgaların sesi Connor'ın kulaklarına ulaştı.

"Daha ne kadar bakacaksın?" Connor onun sesini duyduğunda başını denize doğru çevirdi. "Gidip başınıza pansuman yaptırmalıyız, Teğmen." Dawn'ın dudaklarından alaylı bir gülüş kaçtı. "Ben iyiyim," dedi. Birkaç saniye sonra tekrar konuştu.

"Manzarayı beğendin mi, Connor?" Android tekrardan ona baktığında, onun da kendisine baktığını görmeyi beklemiyordu. "Önceden buraya çok uğrardık," diye mırıldandı. Dawn başını kaldırarak gökyüzüne baktı. Kar taneleri yüzüne düşmeye başladı. 

"Neyden önce?" Connor onu izlerken sordu. Dawn anlamadığını belirten bir ses çıkardı. "Önceden buraya çok uğrardık, dediniz. Kiminle ve neyden önce?" Dawn başını indirdi. "Şeyden..." dedi. Yutkunduktan sonra ellerini önünde birleştirdi. "Hiçbir şeyden önce." 

Connor bekledi. Ona doğru dönerek omuzlarını dikleştirdi. "Size kişisel bir soru sorabilir miyim, Teğmen?" Dawn ona kısa bir bakış attı. "Evet, tabi." Rüzgar Connor'ın yüzüne düşen kısa saçlarını uçuşturdu. 

"Neden veri tabanımda sizinle ilgili derin bir bilgiye ulaşamıyorum?" Connor onun yüzünü dikkatlice inceledi. "Bunu neden bana soruyorsun, Connor? CyberLife'a detaylı bir mail atman falan gerekmiyor mu?" Connor, onun verdiği cevaba rağmen yine de bunun sorumlusunun o olduğunu biliyordu. Ama bunu nasıl başarabildiğini bilmiyordu.

"Peki sorumu değiştirebilir miyim?" Dawn'ın gözleri tekrar onu buldu. "Değiştirmene gerek yok," dedi. "İstediğin kadar soru sorabilirsin, Connor." Bu Connor'ı mutlu etti. Çünkü Hank'e sorduğu sorular karşısında pek de cevap aldığını söylenemezdi. 

"Eden Club'da bir şeyleri iki taraftan da dinlemediğinizden bahsetmiştiniz." Dawn yerinde doğrulduğunda Connor onu germeyi başardığını anladı. "Bunu söylerken neyi kastediyordunuz?" 

Kız önünde birleştirdiği ellerini açarak avuçlarına karın düşmesine izin verdi. "Bazı şeyleri bir android olsan da geri alamazsın, Connor. Sadece pişman olmanı istemedim." Connor göğsünde bağladığı kollarını indirdi. "Teğmen..." dedi. "Ben kendimden bahsetmiyorum." Dawn parlak yeşil gözleriyle ona baktı.

"Oradan çıktığımızdan beri düşünüyorum. Araştırıyorum yine bir sonuç çıkaramıyorum. O kelimeleri bana söylemenizi sağlayacak kadar ne yaşamış olabilirsiniz, bilmiyorum. Cevabı bulamıyorum."

Cheers to the Failing | ConnorHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin