2.BÖLÜM

256 35 44
                                    

Yapamadım.

Sehun ve Luhan, Pearl bölgesindeki lüks bir apartmanda oturuyorlardı oturuyorlardı. Kocaman bir yerdi burası; güzel,  eski, kahverengi tuğladan bir binanın üst katının yarısını kaplıyordu. Bizim minicik, buz gibi, duvarları incecik binamızdan sonra Luhan için olağanüstü bir yer olmalıydı burası. Müthiş olmalıydı. Eski apartman dairesi kent merkezinin köşesindeydi, üniversitenin yakınlarındaydı, ama Sehun ve Luhan çok havalı ve pahalı Pearl bölgesinin tam ortasında yaşıyorlardı.

Neyse ki Luhan beni gördüğüne mutlu oldu. Bir sıkıntı yaratma durumunu atlatmış oldum böylece. Ben gözümü dikip bakmamaya çalışırken Luhan'ın kocası olan rock yıldızı bana bakıp başını eğdi. Ona bir şeyler imzalatmak için sabırsızlanıyordum. Alnımı mesela.

"Mutfaktan dilediğinizi alın," dedi Luhan. "Bir sürü şey,  pizzalar da birazdan gelir."

"Teşekkürler."

Sehun ilk kez konuştuğunda, "Baek ve Yeol'ün komşusu musun?" diye sordu. Tanrım, koyu renk saçları ve biçimli yüzü nefes kesiciydi. İnsanların bu kadar açgözlü olmaması gerekiyordu, müthiş yetenekli biri olması yetmiyor muydu sanki?

"Evet," dedim. "Eskiden Luhan'ın komşusuydum ve Ruby's Cafe'nin müdavimiyim."

Luhan bana göz kırparak, "Her sabah uğrar mutlaka," dedi. "Çift shot, yağsız sütlü, karamelli latte."

Sehun başını salladı ve gevşer gibi göründü. Kolunu eşinin beline doladı ve Luhan ona bakıp sırıttı. Aşk yakışmıştı ona. Beraber milletinin uzun sürmesini umut ettim.

Ben hayatımda dört kişiyi gerçekten sevmiştim. Tümü romantik aşklar değildi tabii. Ama hepsine güvenmiştim. Üçü güvenimi boşa çıkarmıştı. O yüzden başarılı olmak için yüzde yirmi beş şansım olduğunu düşünüyordum.

Sehun ve Luhan yiyişmeye başladıklarında oradan çıkıp etrafı taramaya koyuldum.

Bir sanat eserini andıran, son derece şık mutfaktan bir bira aldım ve içimde yepyeni bir azim duygusuyla kocaman oturma odasına baktım. Bunu yapabilirdim. Sosyalleşme ve ben en iyi dostlar olacaktık. Etrafta birkaç düzine insan vardı. Kocaman bir düz ekrandan bangır bangır maç sesleri geliyordu ve Yeol ekranın tam karşısında oturmuştu, yüzünde coşkulu bir ifade vardı. Kalabalıkta birkaç kişiyi tanıdım, çoğu asla önlerine çıkmaya cesaret edemeyeceğim tiplerdi. Kurumuş boğazımı ıslatmak için biradan bir yudum aldım. Bir partide tek kalmak değişik bir işkence yöntemidir. Bugün olanlara bakıldığında, bir sohbete başlamak için gereken güçten yoksundum. Güvenecek insanı bulmak konusunda o kadar beceriksizdim ki muhtemelen kalabalıktaki eli baltalı tek katili seçerdim kendime.

Baek beni yanına çağırdığı anda cep telefonum kotumun arka cebinde vızıldamaya başladı. Popom titredi ve beni tepeden tırnağa sarstı. Baek'e el salladım ve telefonu cebimden çıkardım, gürültüden ve sohbetten uzaklaşmak için hızla yürüyüp balkona çıktım. Balkon kapısını kapatırken Minho'nun ismi ekranda parladı.

Gülümseyerek, "Selam," dedim.

"Çıkacağım kız buluşmayı iptal etti."

"Yazık."

"Sen ne yapıyorsun?"

Rüzgar saçlarımı uçurum ürpermeme neden oldu. Yılın bu vaktinde Portland için normal bir havaydı bu, ekim ayları kesinlikle buz gibi, yağmurlu, karanlık ve berbat olabiliyordu. Mavi yün ceketime iyice gömüldüm. "Bir partideyim. Kendi kendini eğlendirmen gerekecek. Özür dilerim."

"Parti mi? Ne partisi?" diye sordu Minho, söylediğim ilgisini çekmiş gibiydi.

"Tam olarak davet edilmediğim bir parti, o yüzden seni davet edemem."

I'm Still Standing (KaiSoo) Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin