Oturma odasında parti devam ederken holdeki aynada yansımamı inceledim. Alt dudağımın bir kenarı öbüründen biraz daha büyüktü. Gerçekten öyleydi. Gülünç görünüyordum. O baterist kafayı yemişti. Güzel, yumuşak, her tarafı yastıklarla kaplı bembeyaz bir odaya acil olarak sokulmasını gerektirecek tavırlar sergiliyordu hep. Ve bir süreliğine, garip bir çekiciliği bile vardı bu halinin. Ama artık kontrolünü tamamen kaybetmiş gibiydi.
Isırılmaktan hoşlanıyor muydum? Hayır. Hayır, hoşlanmıyordum. Kemirilmekten de hoşlanmıyordum, morluklardansa nefret ediyordum. Boynumdaki iz hoşuma gitmemişti ve beni mutfak tezgâhına sıkıştırdığında kalçamın hemen üstünde de bir çürük oluştuğundan emindim.
Sert sevişme deneyinin pek başarılı olmadığını söylemeye gerek yok.
"Tanrının belası manyak."
Yanımda tuvalet sırası bekleyen adam, "Pardon?" dedi.
"Yok bir şey. Yüksek sesle küfrediyordum sadece." Adama bomboş, sevecen bir ifadeyle gülümsedim. "Beni boş ver."
Adam başını salladı ve saçlarını düzeltmeye koyuldu. Yirmili yaşlarda birdenbire boy atma ve bu adamınkiler gibi hacimli siyah saçlara sahip ihtimalim ne kadardı acaba? Bunu o kadar isterdim ki.
"Kim Jongin'le birliktesin, değil mi?" diye sordu adam.
"Evet." Pek de süslenip püslendiğim söylenemez ama yine de parmaklarımı saçlarımdan şöyle bir geçirdim.
Adamın gülümsemesi göz kamaştırıcı olsa da hiç de samimi gelmiyordu bana. "Bence bu büyük cesaret."
"Anlamadım?"
"Bu kadar üst seviye biriyle beraber olmak." Gözleri tuvalet aynasında benimkilerle buluştu. Koyu renk, şeytani, hoş bir kahverengiydi o gözler. "Demek istediğim, onunla kesinlikle aynı düzeyde biri değilsin sen. Ama neden adam elindeyken keyfini çıkarmayasın ki, değil mi?"
Aynada kendime baktım. Kulaklarımdan duman çıkmıyordu, bu da beni çok şaşırtmıştı. Ağzım açıldı, ama söyleyecek kelimeleri bulabilmem için birkaç saniye geçmesi gerekti. "Bunu dedin mi gerçekten?"
"Ne?" Gergin gergin güldü ve saçlarını tekrar düzeltti.
"Seninle hiçbir şekilde tanışmıyorum."
"Hey, bence bu harika bir şey. Arkadaş olabiliriz."
Ne kıskanç adam ama. Bu pisliğin beni küçük düşürmesine kesinlikle izin vermeyecektim. "Ben senin arkadaşın değilim. Benim arkadaşlarım var ve bana asla böyle şeyler söylemezler."
Adamın biçimli dudakları birdenbire açıldı
"Ciddi söylüyorum," dedim. "İğrenç davranışların var. Siktir git."
Tuvaletin kapısı açıldı ve içeri girdim, kapıyı gerekenden biraz daha şiddetli bir biçimde kapattım. Partiye geri dönerken omuzlarım kulak hizama kadar kalkmıştı, dudağımdaki hafif zonklamayı neredeyse unutmuştum. O pisliğe dönüp bakmadım bile.
İnsanlar. Kahretsin.
Sert rock müziği içimde zonkladı ve öfkemi taze tutmama yardımcı oldu. Bir şeye vurmak istiyordum. Birine değil, bir şeye. İçimde büyüyen baskının birazını atmak için masum bir duvara elimle şöyle bir vuracaktım. Nefes alış verişimi yavaşlattım, saçmalayan zihnimi susturmaya çalıştım.
Her şey yolundaydı.
Kai, Kris ve Tao bir kenarda durup içkilerini yudumluyor, etraftaki insanların umut dolu bakışlarını yok sayıyorlardı. Hep böyle miydi bu? Sıkılıyor olmalıydılar. Yixing birkaç metre ötede yaşıtı bir adamla sohbet ediyordu. Kris'e kayıp duran bakışlarında pek de profesyonel ilgi denemeyecek bir ifade vardı. Çok garip.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
I'm Still Standing (KaiSoo)
FanfictionLick'in ikinci kitabı Play'i yepyeni ismiyle tekrardan sizlere sunmaktan büyük mutluluk duyarım.