Günün beşinci mesajını attığımda, öğle yemeği vakti gelip geçmişti.
Soo: istersen eşyalarını Sehun ve Luhan'ın evine bırakabilirim. Haber ver yeter.
Tıpkı önceki mesajlarda olduğu gibi, bu mesajıma da herhangi bir cevap gelmedi. Sıfır. Hiçbir şey. Kendimi tutamıyordum. Bir daha denemeliydim.
Soo: Umarım arkadaş kalabiliriz.
Bu mesajı gönderdiğim anda pişman oldum. O kadar saçma, salakça, standart, sıkıcı bir sözdü ki. Akıllı telefonlarda neden "düzelt" butonu olmuyorsa? Bu yüklemeye değer bir uygulama olurdu. Biraz daha orijinal olmaya çalışmalıydım. Belki de komikliğe vurmalı, bateri takımıyla ilgili esprili bir şeyler falan söylemeliydim, cevap verirdi o zaman. Ama yine cevap alamadım.
Minho aksiyon/macera bölümündeki kitapları düzeltmekle uğraştığı yerden, "Hâlâ ona mesaj mı atıyorsun?" diye sordu.
"Hı hı."
"Cevap gelmedi mi?"
"Hayır."
Hayatımdaki en kötü pazartesi günüydü bu. Minho'yu tüm sabahı kitapçıyı düzenlemem konusunda ikna etmeyi başarmıştım, bu şekilde onunla sohbet etme ihtiyacımı da ortadan kaldırıyordum. Sadece iki, belki üç saat uyuduğum için, insana benzemiyordum. Tam olarak değil. İğrenç, şımarık, kırık bir kalpten başka bir şey değildim. Ainslie, Kai'ın erkeklik acılarını dindirmiş miydi? İkisinin resimleri zihnimi doldurdu. Kai'ın vücudunun neredeyse tamamını görmüş olduğum için, detaylar oldukça çarpıcıydı.
Evet, benim narin küçük duygularım gerçekten incinmişti. Neyse ki Kai çekip gitmişti. Beraber biraz daha zaman geçirsek, o turneye çıktığında yıkılacaktım.
Cep telefonuma hâlâ herhangi bir cevap gelmemişti. Sadece emin olmak için iki kez kontrol ettim.
Ölümcül Cazibe konusunda haklıydı. Ama onun peşine şimdilik sadece SMS yoluyla düşmüştüm. Neyse ki aletini pantolonunun içinde tutmuştu. Varlığı bile ilham veriyordu bana. Onu tamamen kaybettiğimi düşününce aynı anda hem gözyaşlarına boğulmak hem de bir şeyler kırmak istiyordum: tercihen Kai'ın kafasında. Öfke ve üzüntü hâkim olmuştu bana.
Onunla tanışalı kaç gün olmuştu? Çok değil.
"Zırvalığın daniskası."
"Ne dedin?" diye sordu Minho, ev yenileme bölümünde kitapları tarayan hipster çiftine tedirgin tedirgin bakıyordu.
Siktir. "Yok bir şey. Yok bir şey. Pardon."
Minho masaya yanaştı. Ben fatura giriyormuş gibi yaparak önümdeki bilgisayarın klavyesini takırdatmaya devam ettim. Belki de onu yok sayarsam giderdi. Birkaç gün sonra ben de iyileşirdim. Ama bugün biraz rahat bırakılmaya ihtiyacım vardı. Patronumun hafta sonu düzüştüğüne dair detayları duymak istemiyordum. Lütfen anlayın beni, kesinlikle kıskanmıyorum onu, bu seferliğine. Yoksa iki sefer mi olmuştu şimdi? Minho'ya karşı duyduğum çekim gizemli bir biçimde kaybolmuştu. O kadar gizemli olmayabilir de; Kim Kai ateşi güçlü bir şeydi.
"Bu adam yüzünden epey üzgünsün, değil mi?" diye sordu, sanki bu konsept mantığa aykırıymış gibi.
"Bu konuyu konuşmak istemiyorum, Minho."
"Dinle." İç çekti ve ellerini masaya dayadı. "Bu gece seni bir şeyler içmek için dışarı çıkarmama ne dersin? Chinatown'da yeni bir bar açıldı. Gidip bakabiliriz."
"Çok isterdim. Ama başka bir gece yapsak bunu, ne dersin?"
"Bir planın mı var?"
"Gibi." Çünkü Kai'ın tişörtlerinden birini giymiş halde tek başıma oturup pineklemek plan gerektiriyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
I'm Still Standing (KaiSoo)
FanfictionLick'in ikinci kitabı Play'i yepyeni ismiyle tekrardan sizlere sunmaktan büyük mutluluk duyarım.