Uyandığımda insanlar tartışıyorlardı yine. Ama bu sefer bağırış yoktu. Başımın üstünde hararetli fısıltılar dolaşıyordu.
"Abim neden senin üstüne uzanmış halde uyuyor?" diye sordu Minseok.
"Çünkü ben onun erkek arkadaşıyım," diye cevap verdi Kai. "Sen kimsin? Soo bir erkek kardeşi olduğundan bahsetmemişti."
"Bahsetmemiş miydi?"
"Hayır. Ve bu apartmanın anahtarı kaç kişide var yahu? Sürgüyü çekmeyi bir an için unutuyorsun ve ipini koparan buraya dalıyor."
"Sky gittiğine göre, bildiğim kadarıyla sadece bende ve Baek'te var."
"O ismi söyleme. O isim geçtiğinde canı sıkılıyor. Gözleri böyle hüzünlü bakıyor ve beni tam anlamıyla mahvediyor."
"Hangi ismi, Sky mı?"
"Evet," diye hırladı Kai.
"Tamam, tamam." Duraksama. "Hoş birisin aslında, değil mi?"
İlgisiz bir homurtu.
"Sana yazmıyorum, sersem. Soo benim abim ve bu şüpheci ses tonum. Seni bir yerden tanımıyor muyum ben? Yüzün çok tanıdık geliyor."
Kıçımı avuçlayan kocaman ele bağlı parmaklar gerildiler. O parmakların orada ne işi olduğuna dair hiçbir fikrim yoktu. Ama bundan hoşlanıyor muydum? Evet. Evet, hoşlanıyordum. Bir Kai yatağının üstünde uyuyordum. Cennet gibi. Uyuyakaldığımı bile hatırlamıyordum. O kanlı korku filmi oynarken olmalıydı, çünkü hala oturma odasındaki kadife kanepenin üstündeydik. Erkek kardeşim buradaydı, demek ki pazar sabahı olmalıydı, görevimizi yapıp annemizi aramamız gereken zamandı bu. Bu nahoş görevi her zaman beraber yürütürdük.
Yerimden kıpırdamak istemiyordum. En erken çarşamba gününe kadar. Biraz akşamdan kalmaydım.
Ama bunun ötesinde, Kai'ın üstünden kalkmak istemiyordum.
"Ona ne yaptın? Dudakları hep şişip yaralanmış."
"Öyle mi?" Kai şüphesiz neden olduğu hasarı incelemek için kafasını kaldırırken bedeni altımda kıpırdandı. "Siktir. Ah, evet. Biraz dağılmış, değil mi? Ama denemesem onun ısırılmaktan hoşlanıp hoşlanmadığını nereden bilecektim?"
"Hoşlanmıyor," dedi Minseok. "Veya en azından, hoşlanmadığını sanıyorum. Soo hiçbir zaman ısırgan bir tip gibi gelmemiştir bana. Biraz daha... ölçülü biri."
"Ölçülü mü?" Kai kısık sesle güldü. "Evet. Neden gidip yatağını kontrol etmiyorsun, o zaman onun ne kadar ölçülü olduğunu söylersin bana."
Ayak seslerini, Minseok'un hızla nefesini tutması takip etti. "Hassiktir. Darmadağın olmuş."
"Balkabağım gaza geldiğinde tam bir vahşi hayvana dönüşüyor."
"Ona balkabağım mı diyorsun?" Erkek kardeşimin ses tonu iğrenti doluydu. "Sana cevap veriyor mu?"
"Eh, nefret ediyormuş gibi davranıyor. Ama gizliden gizliye buna bayıldığını biliyorum. Yüzü büsbütün yumuşuyor böyle."
Ah, Tanrım, yeter. Bu çocuğu ben büyütmüştüm, böyle zırvaları duyması gerekmiyordu. Üstündeki otoritem tuzla buz olacaktı. Bir gözümü zorlukla açtım. "Sessiz ol, Kai."
"Her şeyde senin hizmetkarınım."
Çenemi ortadan ikiye ayıracakmış gibi esnerken, "Saat kaç?" diye sordum.
"Kai mı? Sana Kai mı dedi?" diye sordu Minseok, arkadan gelip yanımıza yanaştı. Erkek kardeşimle pek benzemeyiz. Saçları, benim cansız saçlarımın aksine, gür ve dalgalıydı. Hatları da benimkilerden daha hoş, ama ikimiz de annemin çene yapısına sahibiz. "Bu imkansız."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
I'm Still Standing (KaiSoo)
FanfictionLick'in ikinci kitabı Play'i yepyeni ismiyle tekrardan sizlere sunmaktan büyük mutluluk duyarım.