Perşembe, 12.00
Buluşma saatine daha iki saat olmasına rağmen şimdiden hazırlanmaya başlamıştım. Daya'dan aldığım tavsiyelerle basit bir şekilde giyinmeyi denedim. Henüz kış geçmediği için bir kazak ve siyah bir kot. Saçlarımın uzadığını farkettim. Bir ara kestirmem gerekiyordu. Yaklaşık bir saatimi kendimi düzenlemeye ayrıdığımda hazırdım. Bir saat daha beklemem gerektiğini düşünürken telefonuma bir mesaj geldi.
Jacob Benjamin Gyllenhaal:
Saati biraz erkene çeksek uyar mı? Umarım hazırsındır.You:
Tabii. Saat kaçta nerede olayım?Jacob Benjamin Gyllenhaal:
Bana konumunu at ve sana mesaj attığımda kapında ol?Derin bir nefes aldım. "Tanrım, tanrım, tanrım."
You:
Size zahmet olmasını istemem, efendim.Jacob Benjamin Gyllenhaal:
Saçmalamayı kes Tom, seninle ilgili hiçbir şey bana zahmet olmaz. Şu konumu atabilir misin?You:
Oh, pekala.
*konum*Mesaja görüldü attığında yola çıktığını düşündüm ve son kez kendime düzen verdim. Sırt çantamı omzuma taktım ve soğuk bir su içtim.
Eceline mi hazırlanıyorsun Tom? *kahkaha atar*
Of, saçmalama. Sadece eşya falan bakarız tahminen. Değil mi?
Ben bilmem ;)
Neden benim iç sesim bir pezevenk gibi davranıyor?
Sorgulama hakkın olduğunu düşünmüyorum.
Tam iç sesime cevap verecekken telefonuma bildirim geldi.
Jacob Benjamin Gyllenhaal
Aşağıya in, geldimSırıtarak heyecandan terleyen ellerimi pantolonuma sildim. Evet iğrencim.
"Sonunda sevgili mi yaptın Holland? Ne bu haller?" diyen kardeşime orta parmak çektim ve masada hazır duran sandiviçleri elime alıp ışık hızında aşağıya indim. (yn: evet yaptı)Siktir, adam yürüyen seksilik. Bir arabaya yaslanmış, çevreye bakıyordu. Gri tişörtüne güneş gözlüğü takmıştı, üstünde deri ceket vardı. Siyah pantolon giymişti, benim gibi. Felaket. Ona yaklaşırken gözlerimi ondan ayırmıyordum, dikkatini çekmiş olmalıyım ki bana döndü ve tanır tanımaz gülümsedi. Sonunda yavaş adımlarım yanına vardığında, büyülenmiş gibi gözüktüğüme emindim. aNasKm tOm gaMZesİnE bAk!??!?! GÖRDÜM.
"Selam." Etkilenmemeliyim.
"Selam." Karşılık verdiğimde bana sürücü koltuğunun yanındaki kapıyı açtı. Centilmen şey. Gülümseyerek teşekkür edip arabaya yerleştim. O da yanımda yerini aldığında yola çıkmıştık. "Nereye gidiyoruz, efendim?" Yoldan gözünü ayırıp bana baktı. "Aslında önce bir şeyler yeriz diye düşündüm." ve yola geri döndü.
Elimdeki sandiviçleri hatırladım. "Sandiviç getirdim." Kaşlarını kaldırarak bana döndü. "Yola döner misiniz?" Telaşla konuşmamla önüne döndü, derin bir nefes verdim. "O zaman parka gidiyoruz."
Onu onayladım ve kendi kendime gülümsedim. 2-3 dakika kadar ikimiz de konuşmayınca konuşma ihtiyacı hissettim. Gerçi, sustuğumuzdan beri hissediyordum ya neyse."Radyoyu açabilir miyim?" Ona bakarak sorumu yönelttim. "Tabii ki, Tom." Radyoyu açtığım anda içerisi Grace Mitchell- Kids ile doldu. Bu şarkıyı severdim. "Şanslı çocuk." Jake'in dediğine güldüm. Şarkı değişmeden hemen önce bir yere parkettiğinde indik.
Güzel bir alandı. Yemyeşildi. Çimene oturdum ve sandiviçleri önüme koydum. Jake de iki tane limonata alıp yanıma oturdu. Fazla yanın değil mi sanki? ( adcmwarlock )
Bence de fazla yakın oldu bu.
Limonatamı açıp teşekkür ettim. "Sandiviçler için teşekkürler, sen mi yaptın?" diye karşılık verdi. Başımla onaylarken bir ısırık aldım. Bence gayet güzeldi. O da ısırıp başını salladı. "Beğendim." Sessizce sandiviçleri yerken limonatamdan bir yudum alıp konuştum. "Oda için ne düşünüyorsunuz?" Düşünür gibi durdu. "Ben o işi sana yıkmayı planlamıştım," Gözlerimi kocaman açtım.
"Şaka yapıyorum, tanrım, kıs şu gözlerini." Gülerek konuştuğunda gözlerimi normale döndürüp sırıttım. "Oda için... farklı bir şeyler istiyorum. Gittiğimizde karar veririz. İşimiz uzun sürer, o yüzden akşam yemeğini bende yemeye ne dersin?" Bir anda öksürmeye başladım, tanrım, BENİ EVİNE Mİ GÖTÜRECEKTİ? "Tanrım, Tom! Şunu yerken dikkat etsene!" Sırtıma vururken o sırada elinde olan limonatasını bana uzattı, hiç düşünmeden kafaya diktiğimde şükürler olsun ki sakinleşmiştim. "Teşekkür ederim, huh, neredeyse ölecektim." Başını gülerek iki yana salladı. "Beni korkuttun." Sadece güldüm. Sonra da limonatamı uzattım. Hasiktir, dolaylı yoldan öpüştünüz mü şimdi? Hasiktir. Evet.
Düşündüklerimi dışa yansıtmayıp "Seninkini gömdüm, dostum, üzgünüm." Dostum mu? Ne diyordum ben?
Duraklayıp saniyelik olarak alınmış gibi bana baktı. Tek kelime daha etmeden limonatamı alıp kafaya dikti ve dudaklarını yaladı. Aman Tanrım... Dudaklarına bakmayı kes seni hıyar! Aniden gelen dürtüyle gözlerimi ordan çektim ve gözlerine baktım. Beni izliyordu. Hadi buyur. Utançla yanaklarım kızarırken gözlerimi kaçırdım. Gülümsediğini hissedebiliyordum."Gün uzun olacak, gidelim artık." Çatlayan sesimle konuştuğumda ayağa kalkıp bana elini uzattı. Teşekkür edip kendim kalkmayı tercih ettim. Kalanları çöpe atıp arabaya bindik. Yüzüne bile bakamıyordum. Araba çalışır çalışmaz radyoyu açtım. "Tom,"
"Efendim?" Kedi gibi mırıldandığımı düşündüm."Siktir et şu odayı, bir yerlerde eğlenmeye ne dersin?"
Olivia olayı için bir iki lafım var:
SORRY BUT GYLLENHOLLAND İS THE BEST

ŞİMDİ OKUDUĞUN
sir? |gyllenholland|
Fiksi Penggemar"B-ben üzgünüm, efendim. Sınıfları karıştırmış olmalıyım." Kapıyı kapatıp orayı tüm utancımla terketmek üzereyken, profesör konuştu. "Yanıma gel ve kendini tanıt." . 26au19: #tomholland #3 acemiliğin dibine vurduğum bir kitap... ashton irwin kurgum...