Merhaba, anladığınızı düşünsem de anlamayanlar için ufak bir konuya değineceğim. Lydie'nin bütün anıları Fransızca sözlüklerden oluşuyor ama o dile aşina olmadığımız için öyle yazmıyorum. Çünkü en basitinden bu bölümün ilk cümlesi olan "Lydie, uyumadığını biliyorum." sözünü "Lydie, je sais que tu ne dors pas." olarak Fransızca yazsam bunu ne kadar çabalarsanız çabalayın okurken kafanız ağracak. Altına Türkçesini yazarım elbette ama illa gözünüz takılır. Birde sürekli Fransızca-Türkçe yazarsam bu defa akış engellenecek. Kısaca, Lydie anılarında Türkçe konuşmuyor. Fransızca konuşuyor.
.
"Lydie, uyumadığını biliyorum."
"Git başımdan."
"Sana harika bir krep yaptım."
"Defol Bernard."
"Tamam, belki ben yapmamış olabilirim ama en azından hazırlamalarını söyleyen ben," henüz bitmeyen sözlere karşın kendine ait "Geber." bağrışını duyduğunda tutmakta olduğu kalemi sıka sıka gözlerini araladı. Üstünde yattığı dosyalardan ilerisine bakarken "Geber." diye bir çığrış daha kulağını doldurdu. Hatıralar peşini bırakmadığı gibi her geçen gün daha can sıkıcı hâle geliyorlardı. En son dün gece babasının bakirelik testinin sonucunu gördüğünde kendisine tokat attığı anı hatırlamıştı. Şimdiyse o tokattan çok daha sonraya ait bir anıyı anımsıyordu. Babası evlilikten vazgeçse de o vazgeçmemişe benziyordu. İşin kötüsü onunla bir yaşanmışlığı olduğunu hatırlamıyordu. Ne ara evlilik fikrini bu denli benimsemişti, anlamıyordu.
Sükunetle gözlerini kapatıp açtığı esnada geçmişteki kendi "Geber, geber, geber!" diye haykırdı. Ardından bir vazonun kırılma sesi kulağına çarptı. Çok geçmeden "Yalvarırım git." deyip ağlamaya başladığını işitince içine titrek bir nefes aldı. "Hepsi babam yüzünden." diye mırıldandı. Tükenmez kalemi kırmak istercesine bükerken "Nasıl bir adam, kızının başına bu denli bir bela açar?" dedi.
Kendi kendine konuşmaları, dalmaları, hatırlamaları; kapı açılana kadar sürdü. Hatta açıldıktan sonra bile. "Balım?" diye ona seslenen kişiyi duyduğunda kalemi bıraktı ve gelenin yanlış odaya geldiğini düşündüğünden gözlerini yeniden kapadı. "Balım?" diye yeniden konuşan kişiyle homurdanmak için dudaklarını aralamıştı ki aklına Balım'ın kendisi olduğu geldi.
İrisleri bir an için irileşse de bozuntuya vermeden usulca doğruldu. Patronunu görünce önündeki dosyaları işaret ederek "Daha bakmam gereken üç evrak daha var." dedi. Atalay onun bu hâline gülmemek adına dudaklarını birbirine bastıra bastıra sırtını kapının kenarına yasladı. Bir az önce üzerlerinden kalktığı dosyalara bir Lydie'ye bakarken "Bana geliyor ki o dosyalar yarına kadar bitmez." dedi. Lydie sersemleştiği için imayı anlayamadı. Önündeki evrakların boyutunu incelediği sırada "Yok," dedi, belli belirsiz, "İki saate hallederim."
Atalay eğlenir bir şekilde "Öyle mi?" dediğinde dalgın bir ifadeyle başını salladı.
"İki saat bile tutmayabilir."
"Balım," diyen patronuyla kafasını kaldırıp ona baktı. Şu an az öncekine nazaran daha ciddiydi. "Bu akşamki daveti unutmadın, değil mi?" sorusunu "Unutmadım." diye yanıtladı. "Sabah programınızın üstünden geçerken ondan da bahsetmiştim." unutmadığını kanıtlamak istercesine gündüzü referans gösterdiğinde Atalay olumlu mırıltılar çıkararak karşılık verdi.
"Peki, o zaman burada ne işin var?"
"Anlamadım."
İçerisinde bulunduğu arşiv odasında göz gezdirirken sorunu hala anlayamıyor, anlayamadığı için de kaşları çatılıyordu. Kendisini buraya Atalay yönlendirmişti. Eline tutuşturduğu evrakları en kolay burada inceleyebileceğini söylemişti. O da birçok dosyanın özetini çıkarmış, önemli yerlerin altını çizmiş ve kendisinden istenmese de alternatif çözüm yolları yazmıştı. Buraya sessiz olduğu için yönlendirildiğine emindi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hafıza Kaybı
ChickLit"Orada!" "Kim orada lan?" "Oğlum geçen aylarda Fransız bir diplomatın kızı kayıplara karıştı ya, o kız işte."