"Yaş yolmuş yirmi üç, Konar göçer bir hayatta, Var olmuş yirmi iki, Bu yıl yer edin, Bak kimmişsin, Ey fani" sonu kafiyesiz olsa da sözleri falım kağıdının arkasına yazmaya devam etti. Dün gece düşünmekten saatlerce uyuyamamıştı. Şimdiyse ayılmak için elinden geleni yapıyordu ama bir yere gitmesi gerekmediğinden bir türlü tam uyanamıyordu.
"Çok yavaş yazıyorsun." diyen ev arkadaşıyla olumlu mırıltılar çıkararak son satırı da yazıp kalemi yemek masasına bıraktı. Kafasını kaldırıp ona baktığında kendisinin aksine hazırlanmış olduğunu görünce "Nereye?" diye sordu.
"Bugün öğleden önce iki tane dersim var."
"Birde o ver değil mi? Sen okuyordun."
"Evet, senin aksine meşgalem var."
Lydie 'meşgalem' kelimesinin anlamını bilmese de cümle içindeki yerinden az buçuk ne olduğunu anladı. "Düne kadar benim de meşgalem vardı." deyip cümle içinde bile kullandı.
"Sahi," deyip karşısındaki sandalyeye kollarını yaslayan kızla ciddi bir şeyler söyleyeceğini varsayarak omuzlarını dikleştirdiği sırada "Bundan sonra ne yapmayı planlıyorsun?" sorusuyla şiddetle arkasına yaslandı. Masada kalan küçük kağıdı eline alırken "Bilmem." dedi. "Herhalde senin paranı yerim. Sonuçta sizde kan parası meşhur."
"Kan parasını ilk defa senden duyuyorum." dediğinde "Hani başlık parası, berdel, kan parası..." diye saymaya başladı, Lydie. Kendisini anlıyor mu diye Balım'a baktığında pekte istediği gibi bir ifadeyle karşılaşmadı.
"Daha önce Türkiye'nin hangi şehrinde yaşadın bilmiyorum ama burada yani İstanbul'da dediğin kültürlerin hiçbiri yok."
"Ne demek yok?" derken kaşları çatıldı. "Beni az kalsın öldürüyordunuz. Buna rağmen sizi şikayet etmedim ama gelmiş karşıma 'Bunun para karşılığı olmaz' diyorsun. Evet, olmaz. Özgürlüğünüzün parayla karşılığı normalde olmaz. Fakat, ben size acımışken senin bu tavrın,"
"Sen mi bize acıdın?"
Lafını bölen kıza hiç durmadan "Evet." dedi.
"Elinde olsa bir kaşık su da boğarsın."
İçinden 'Boğarım.' diyerek onu onayladığı sırada bakışlarını kaçırdı. Yemek masasının en sağında kalan gazeteye uzanıp koca katlı kağıtları kavradı. Balım'ın hala kendisine baktığını duyumsasa da aldırış etmemeye çalışarak elindeki falım kağıdını masaya geri bırakırken yeniden arkasına yaslandı ve koca kağıtları açmak suretiyle masanın kenarına yasladı. Onlarda bakışlarını gezdirmeye başladı. Alenen 'Konuşmaktan yoruldum.' izlenimi vermesine rağmen Balım'ın gitmediğini hissediyor, bunalıyordu.
"Kaç lira kan parası istiyorsun bilmiyorum. Vicdanımı rahatlatmak için olabildiğince vermeye çalışırım ama sakın unutma. Hazır para çok çabuk biter." sözleriyle "Ne demeye çalışıyorsun?" dedi, gazetenin üstünden ona bakarak.
"İş bulmaya bak."
Kan parasının dizilerdeki karşılığı kafa yakıcı cinsten olduğu için Balım'ın bu tavrına anlam veremedi. Yüz dönüm tarla, yüz tane büyük baş ve kilosu kadar altın onu epey bir süre idare ederdi. Dudaklarını araladığı esnada "Gelelim başlık parasına yüz dönüm tarla, yüz tane büyük baş ve kilosu kadar altın isteriz." diye kulaklarında yankılanmasıyla gözlerini kıstı. Ufak kavram karışıklığı yüzünden kendini milyoner sandığı için oluşan mutluluğu kısa sürede tuzla buz olmuştu.
"Ben ne iş yapabilirim ki?" dedi, fısıltıyla, "Asgari ücretle çalışamam, asistanlık olmaz, çevirmenlik bir yere kadar, avukatlık desen Türkiye'de yapamam. Üstelik her şeyi geçtim kimliğim bile yok."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hafıza Kaybı
ChickLit"Orada!" "Kim orada lan?" "Oğlum geçen aylarda Fransız bir diplomatın kızı kayıplara karıştı ya, o kız işte."