Kısım 7 / Yaşamak için öldür!

69 2 2
                                    

Veluca şehrini ve Arianna'yı geride bırakmış, askerlerim ile beraber yola koyulmuştuk. Güneş ufukta yavaş yavaş kaybolmaya başlamıştı, atımı en önden sürerken aklımda Rodok Krallığından aldığım bu bilgilerle ne yapacağım vardı. Svadya Krallığına vermeyi düşünüyordum bu paha biçilmez belgeleri, ne de olsa Kral Graveth'in mührü de üzerindeydi. Tabii bunun karşılığında Svadya Krallığından Glunmar köyü ve çevresi için dokunulmazlık talep edecektim, ve yüklü miktarda dinar. Planım buydu, Serena ve dedesini böyle koruyabileceğimi umuyordum en azından.

Adamlarımdan birisi atıyla yanıma yanaşıp, "Beyim, gün batmadan bir köye gidip konaklamamız gerek, yiyecek ve barınacak yer bulabiliriz." dedi.

Zihnimin karmaşasından kendimi sıyırdım, şuanda askerlerimin durumunu göz ardı edemezdim haklıydılar. "Pekala buraları benden iyi biliyorsunuz, atlarınızı en yakın köye doğru sürün!" dedim, yüksek bir sesle. 

Askerler bu komutla beraber, atlarını kuzeye doğru sürmeye başladılar bende onları takibe koyuldum. Biraz sonra ileride bir köy görünmeye başladı, zihnimin derinliklerine indim tekrardan. Kralın masasındaki o haritayı gözümün önüne getirdim, ve onu tekrar inceledim.

Eğer hafızam beni yanıltmıyorsa şuan Veluca şehri kuzeyinde bulunuyorduk, ilerideki köy Rodok Krallığından Pagundur köyü olmalıydı, Onun hemen sonrasında ise Ergellon kalesi bulunuyordu haritaya göre, o kaleden sonrası Svadya topraklarına aitti. 

Güneş ufukta yavaş yavaş batmaya başlamıştı, gece kuşları ilerideki ormanlarda şarkılarını söylüyordu. O dağların arasında yankılanıp her yeri kuşatan muhteşem, gece kuşlarının sesi. Huzur vericiydi, köye varmak üzereydik. Askerlerim ve ben oldukça açtık, burada sabaha kadar dinlenip, sabah olduğunda  erzaklarla birlikte Praven şehrine doğru yola çıkmayı planlıyordum, Kral Harlaus un sarayı oradaymış.

Atlarımızın üzerinde dört nala ilerlerken, uzun uzadıya gelen çığlıklar duyar gibi oldum. Uzaktan geliyordu, gözlerimle seslerin geldiği yeri aradım. Askerlerim bu çığlıkları duymamış gibiydi atlarını sürmeye devam ediyorlardı, atımı aniden durdurdum. 

Birileri bağırıyordu, gözlerimi kapatıp seslere iyice kulak kabarttım. "Yardım edin! İmdaat! Yardım ediin!" birileri tehlike altındaydı, gözlerimi aniden açıp sesin geldiği yönü saptamaya çalıştım, 200 yardalık bir mesafede ardına bakmadan koşan iki adam vardı. Hava kararmaya başladığı için pek seçilmiyordu ama canını dişine takarak koştukları belliydi. Arkalarında 4 veya 5 kadar adam onların peşinden koşuyordu, çapulcu olduklarını düşünerek atımı sürat le onların bulunduğu yöne doğru sürmeye başladım.

Elim sırtımdaki kılıcın kabzasına gitti, bir taraftan atı sürerken diğer taraftan kılıcımı elime alıp hazırlamıştım. Adamlarım beni fark edip peşime düştüğünde yolun yarısını çoktan geçmiştim bile, can korkusuyla bağıran iki adamın sesi daha güçlü geliyordu şimdi.

Çapulculardan bir tanesi beni fark etmişti, beklenmedik bir anda elimde kılıçla onlara doğru yaklaştığımı görünce, "Atlı var! Atlı var!" diye bağırdı diğerlerine. 

Tahmin ettiğim gibi 5 kişi olduklarını gördüm, kaçanlar çiftçiydi ve hala koşuyorlardı. Çapulcular en azından onların peşini bırakmış ve benimle ilgilenmeye başlamışlardı, aralarında bir kaç adım mesafelik boşluklar olacak şekilde bir araya toplandılar, ellerindeki baltalar ile saldırı pozisyonu almışlardı.

20 yardalık bir mesafe vardı aramızda, atımı durdurup çevik bir şekilde aşağı atladım. Kılıcımın kabzasını daha sıkı kavramaya başladım, askerlerim hala gelememişlerdi.

Çapulcular öyle pek korkulacak tiplere benzemiyorlardı, üzerilerinde doğru düzgün elbise bile yoktu bunların. Ellerinde ufak tefek baltalar vardı sadece, sayılarının verdiği üstünlükle üzerime doğru koşmaya başladılar. Onlara doğru yürürken alternatif saldırı planları yapıyordum, en önde koşan en önce ölecekti, zihnimde olası saldırıları canlandırıyordum ama savaşta doğaçlama olmak her zaman daha çok işime yaramıştı.

Ölüler&Cesetler ( Yazıyor... )Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin