Kısım 10 / Ölüm kalım savaşı!

61 4 10
                                    

Kapkara yağmur bulutlarının göğü kapattığı, bardaktan boşalırcasına yağmurun yağdığı ve insanın içini titreten o gök gürültülerinin hiç durmadığı bir ikindi vaktinde, Glunmar köyü yakınlarına gelmiştim.

Adamlarımdan ayrılmamın üstünden tam 2 hafta geçmişti, yolda rastladığım kervan ve gezginlerden Kral harlaus'un Uxkhal şehrini geri ele geçirdiğini öğrenmiştim, ayrıca Sancar Han'ın son anda istikametini Dhirim şehrine yöneltip şehrin 3 gündür kuşatmada olduğunu Sultan Hakimin ordusunu hazır ettiği ve şuan da Rodok topraklarının uç bölgesinde bulunan Jamaike kalesi civarlarında olduğunu Rodok kralı Graveth in ise Sultan Hakimi orada durdurmak için orduyu hazırladığını öğrenmiştim. Tüm bunlar 2 haftada gerçekleşmişti, ama bundan daha büyük sorunlarım vardı.

Kral Harlaus kampa varır varmaz habercileri ile tüm kelle avcılarına benim görüntümü tarif etmiş ve beni sağ olarak ona götürene 45000 dinarlık ödül vaad etmişti.

Kısacası diyarda ki tüm kelle avcıları, üzerinde Krallık zırhı ile dolaşan uzun boylu, uzun saçlı, grimsi gözlere ve yüzünün ortasında derin bir yara izine sahip olan adamın peşindeydi.

Zırhı ve atı yaklaşık 9 gün önce zengin bir tüccara 38000 dinara satmış ve kendime daha dikkat çekmeyen bir savaş zırhı ve ağır yükler için at satın almıştım, son olarak kendime yeni bir kılıç alıp geri kalan kısmını diğer sandıkta ki dinarların yanına koymuştum. Baya kâr yapmıştım bu işten hatta yollarda onca zaman, "savaşmaktan vazgeçip ticarete mi atılsam?" Diye düşünmeden edemedim doğrusu.

En dikkat çeken tarafım yüzüm olduğundan beni arayan kelle avcılarına tanınmamak için yüzümün yarısını bir maske ile sarmıştım ama yara izi hala gözüküyordu o yüzden derin bir kapüşon ile bunu tamamlıyordum. Aslında içten içe böyle görünmek bana efsanevi biriymişim gibi hissettirmiyor değildi.

Dalgın bir şekilde atımla yol alırken yakınımda parlayan bir şimşek beni düşüncelerimden sıyırdı, yağmur çok yoğundu iliklerime kadar ıslandığım için artık umursamıyordum yağmuru ama köye bir an önce ulaşmak istiyordum.

Glunmar köyünün altında bulunan otlaklardan geçerken buraya ilk geldiğim günü hatırlamıştım, balıkçıyla beraber bu yollardan yürümüştük. Ardından köyün girişine doğru yaklaşmaya başladım, köye has olan ahır kokusu yağmur yüzünden yükselen o ferahlatıcı toprak kokusuyla kırılmıştı.

Etrafta hiç kimse yoktu, sadece köyün meydanında bir kaç köpek öylece havlıyordu. Köyde atlar için derme çatma bir sığınak vardı, atımı oraya bağladıktan sonra içinde 49 bin dinar olan sandığı çözüp yere indirdim. Ardından yine içinde yaklaşık 25 bin dinar olan heybeyi omzuma yükledim ve sandığı kulpundan yakalayıp elime aldım, balıkçının o ufak kulübesini aramaya başlamıştım, şeklini çok iyi hatırlayabiliyor dum.

Bir süre sonra, o küçük sevimli kızın bize heyecanla açtığı tahta kapıyı tanıdım. Ağır adımlarla o kapının önüne gelmiş ve sandığı yavaşça yere bırakmıştım, ardından üç kez yavaşça kapıya vurdum.

Şimdi rastgele havlayan köpeklerde susmuş etrafta sessizlik hakim olmuştu, yer ile çarpışan yağmur damlaları rahatlatıcı bir ses yayıyordu. Kısa süren bu sessizlik kapının açılmasıyla son buldu, yaşlı balıkçı kapının önünde dikilmiş endişeli gözler ile beni baştan aşağı süzdükten sonra, "Buyrun beyim ne istemiştiniz?" Dedi titrek bir ses tonuyla.

Yüzüm de maske ve kapüşon olduğu için beni tanıyamamıştı, adamcağızı daha fazla ürkütmemek için kapüşonumu ve maskemi indirdim. Yüzümü görünce beni tanımıştı, "Yabancı? Seni tekrar göreceğim aklıma gelmezdi, doğrusu çoktan ölmüş olduğunu tahmin ediyordum." Dedi. Ama ses tonunda bir neşe var gibiydi.

Ölüler&Cesetler ( Yazıyor... )Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin