Odamda örümcek buldum iki tane...... Ne eksik ne fazla tam olarak medyadaki gibiyim.
*********
Ben kendime geldikten sonra Aliş babası çağırdığı için eve geçerken - zorla yalvar yakar yollamıştım- ben de mutfağa geçtim. Az önce televizyonda ıslak kek görmüştüm ve canım çok çekmişti. Çikolatalı ıslak kek için malzemeleri çıkarırken bir yandan da tezgaha dayadığım telefondan Spotify'da güzel bir çalma listesi arıyordum.
Arkada son ses Türkçe pop çalarken - bilen bilir bu en büyük terapidir- kekin harcını karıştırmaya başladım. Kalıbı da yağladıktan sonra fırına koydum ve mutfağı topladım. Fazla dağıtmamıştım allahtan yoksa hepsini Ali'ye kitler dim.
Mutfağı topladıktan sonra merdivenlerden odama çıkmaya başladım. Ellerime ne renk oje sürsem diye düşünürken telefonum çaldı. Merdivenlerden bu sefer aşağı inerken arayan kişiye sövüyordum.
Güneş Yılmaz arıyor.
Ekranda ismini görmek bile keyfimi kaçırırken yüzümü buruşturup telefonu açtım. Daha ben konuşamadan konuşmaya başladı.
"Şirkette bizi yine rezil rüsfa etmişsin. Yıllardır bir kez bile beni rezil etmeyecek tek bir şey bile yapmadın. Allah belasını versin o günün."
Tırnaklarıma bakarak dinlemeye devam ettim. Bu benim haftada en az - şanslıysam- 3 kez dinlediğim nutuktu.
Ojelerimi kırmızı mı sürsem bordo mu?
Kırmızının Ali'nin gözleri ve teni ile uyumlu olacağına karar verip kırmızı oje almak için ayağa kalktım. Merdivenlere doğru ilerlerken annem hala kulağımda motor takmış gibi beni azarlıyordu. Elimi trabzana atıp yukarı çıkacakken gözüm kapısı kapalı odaya takıldı. Uzun zamandır çizim yapmıyordum. Çok özlemiştim.
Ayaklarım benden habersiz yön değiştirip çizim odasına girerken annem sonunda susmuş ve telefonu suratıma kapatmıştı.
Kapıyı açıp içeri girdiğimde her yerde tablolar vardı. Yerlerde, duvarlarda, masanın üstünde... Geneli Can'ın portresi ile doluyken bu sefer onu çizmek istemiyordum. Onu unutmaktan korkarak yüzlerce mimiğini yansıttığım portesini çizmiştim.
Dolabı açıp boş bir tuval çıkardıktan sonra şövalyeye taktım ve sandalyemi önüne çektim.
Aptal biri değildim. Ali'nin yaptığı telefon konuşmasını, benden özür dilemesini ve bir çok şeyi birleştirince aklımı kaçıracağım bir gerçeğe ulaşıyordum.
Can yaşıyordu.
Sinirle fırçayı palete yönlendirdim ve bir kaç rengi karıştırmaya başladım.
Bana bunları nasıl yaşatırdı? Diğer yarımın öldüğünü sanmama nasıl göz yumabilirdi?
Bu sefer tuvale Can'ın portresini çizmek yerine ruh halimi yansıtan bir çizim yaparken fırından alarm sesi gelmesi ile fırçayı bırakıp odanın içindeki lavaboya girdim. Tişörtüm ve yüzüm kırmızı boya olmuştu. Ellerimi yıkarken zil çaldı.
Zilin ve fırının aynı zamanlaması sinir olurken yüzümü yıkayamadan odadan çıkıp kapıya doğru ilerledim. Delikten baktığımda gelenin Ali olduğunu görünce kocaman gülümseyip kapıyı açtım.
"Hoşgeldinnnn!"
Kelimenin tam anlamıyla üstüne atladığımda bir iki adım geriledi. Ellerini belime doladıktan sonra o da bana sarıldı. Kollarımı boynundan çekmeden biraz uzaklaştım ve yüzüne baktım.
"Aliş iyi misin?"
Çok gergin duruyordu ve gözlerinde korku mu vardı?
Gülümsemeye çalışarak beni geri geri yürüttü ve eve sokup kapıyı örttü. Ellerinden birini belimden çekerek yanağımdaki boyaya getirip ovaladı.
"İyiyim ya babam yordu biraz."
Gözlerini benden kaçırarak konuşması beni pek ikna etmese de konuyu kapattım ve kafamı sallayarak onu onayladım.
Gözlerini etrafta gezdirip kokladı.
"Kek mi kokuyor bu ev?"
Aklıma gelen fırın ile hızlıca kollarından ayrıldım ve mutfağa doğru koştum.
"Ya Ali ya senin yüzünden unuttum! Fırının alarmı çalmıştı sen gelince unuttum işte ya!"
Arkamdan güldükten sonra adım sesleri mutfağa geldi. Ona kısa bir bakış attıktan sonra elime fırın eldiveni giydim ve keki çıkardım. Kapıya yaslanmış düşünceli bir şekilde beni izliyordu. Bir sıkıntısı vardı ama anlatmak istemiyordu. Biri anlatmak istemiyorsa üzerine gitmenin iyi bir şey olmadığını bildiğim için tekrar konuyu açmadım.
"Buraya gelip sosu yapmaya yardım etmeye ne dersin Aliş?"
Daldığı yerden kafasını bana çevirip yanıma geldi. Kafamın üstüne minik bir öpücük bırakıp tencere aldı.
"Ne yapmam gerekiyor?"
"Ben malzemeleri karıştırayım sen sadece kaynat Mavi."
Kafasını salladıktan sonra ocağın yaktı ve karıştırmaya başladı.
Sos kaynadıktan sonra ben keke dökerken Ali masaya oturup beni izlemeye başladı. Sessizliğimizi telefonuna gelen mesaj bölerken bir tabağa keki koyup ona döndüm. Telefona bakarken vücudu ve yüzü gerildi. Kafasını kaldırıp bana baktığında gözlerinin rengi değişmişti.
Eve girerken korkuyla bakmıyordu. Tam şuanda bana korku ile bakıyordu.
"Aliş iyi misin? Rengin attı?"
Cevap vermeden ayağa kalkıp yanıma tezgaha geldi. Kollarını belime sarıp beni tezgaha oturttuktan sonra yüzünü boynuma gömüp derin nefesler almaya başladı.
"Ali korkutma beni. Ne oldu?"
Boynuma bir öpücük kondurup sakallarını sürttü. Huylanarak kafasını boynumda sıkıştırdım.
"Seni çok seviyorum biliyorsun değil mi?"
Görmeyeceğini bilsem bile hissedeceği için kafamı salladım.
"Eğer olur da bana çok kızıp gitsen bile ben gitmem senden. Arkandan gelirim. Nereye gidersen git gelirim."
"Ali neden böyle konuşuyorsun?"
"Sadece bil diye söylüyorum. Unutma diye."
"Biliyorum Mavi. Ama sen de bil ki aramız çok kötü olsa bile bana gelebilirsin. Bana derdini anlatabilirsin."
Boynuma tekrar öpücük kondurup kafasını oradan çıkardı. Yüzüme sanki ezberlemeye çalışır gibi bakarken gülümsedi.
"Bana kek yok mu bakalım?"
Ani ruh hali değişimini bozmadan ben de gülümsedim.
"İçeri git getiriyorum çay ile."
Benden uzaklaşmadan önce gamzelerime birer öpücük kondurdu ve içeri gitti.
Kekleri alıp içeriye giderken zilin çalması ile iç geçirdim.
Şu bir kaç haftada kapı zilim bol bol çalmaya başlamıştı ve genelde gelen Ali oluyordu.
Elimdeki kekleri girişteki komidine bırakıp kapıyı açmak için Ali'ye seslendim.
"Ben açıyorum Aliş."
Kafam içeriye doğru dönük bir şekilde bağırarak kapıyı açtım. Önüme döndüğümde görmeyi en son beklediğim ve rengine aşık olduğum diğer mavi gözler benim gözlerimin içine bakıyordu.
"C-c-can?"
Gözlerime yaşlar dolarken elim ayağım boşaldı. Kapıdan zar zor destek alarak ayakta dururken gözleri arkama kaydı ve sanki hiçbir şey yaşanmamış gibi normal bir soru sordu.
"Kek saatinde geldim demek. Bana da var mı?"
***********
Diğer kitabıma da bakar mısınızz?

ŞİMDİ OKUDUĞUN
İstanbul İstanbul Olalı
FanfictionIstanbul gibi gözleri vardı. Hayat doluydu. Ama gri bulutlar kapladı mı o gözleri üşürdüm. Yeniden o uzay gözlerine gökyüzü yerleşsin masmavi parlasın isterdim. ***** Güneşi kıskandıran güzellikteki altın sarısı saçlarına hiç gölge düşmesin, dalgala...