punches and friction

3K 231 450
                                    

Akşamın erken saatleriydi. Dersler bitmiş, öğrenciler akşam yemeği için büyük salonun yolunu tutmuşlardı. Sirius ise ikinci kattaki erkekler tuvaletinde, kabinlerden birinde oturuyordu. Arada sırada kendi kendine bağırıp, duvarları yumruklaması dışında dışarıdan oldukça sakin görünüyordu. Yaklaşık bir saat önce Ravenclaw ile ortak iksir dersinden çıkmıştı. Ders sırasında bazı fısıldaşmaları işiten Sirius, kardeşinin Ölüm Yiyen olması hakkındaki söylentileri ne kadar duymazlıktan gelmeye çalışsa da, insanların kendisi hakkındaki şüpheli ve acımsar yorumlarını duymaya katlanamıyordu.

Bazıları onun da eninde sonunda İsmi-Lazım-Değil'in ordusuna katılacağını, çünkü bunun genlerinde olduğunu iddia ediyordu. Bazıları ise 'kardeşinden utanıyor olmalı,' 'muhtemelen evinde ona yemek bile vermiyorlardır' tarzında yorumlar yapıyorlardı. Hatta kimisi onun yerinde olmanın ve orduya katılıp gizlice Dumbledore'a istihbarat vermenin hayalini bile kuruyordu. Ama tüm bu söylemlerin altında elbette hiçbiri onun yerinde olmayı istemiyordu. Herkes Sirius Black'e acıyor, bu kadar soylu bir aileden gelip de böylesine sefil oluşuyla alay ediyorlardı.

Tüm bunların dışında bir şey daha olmuştu ki, bu Sirius'un sabrını taşıran son noktaydı. Fısıldaşmalar sırasında biri savaş olursa, Sirius ve Regulus'un karşı karşıya gelmelerinden söz etmişti. Çocuğa göre, Regulus daha usta ve çalışkan olduğu için, kardeşinin Sirius'u öldürmesi yalnızca bir saniye alırdı. Üstelik bunu yaparken tereddüt dahi etmezmiş. Uzun saçlı çocuk bunu duyduğunda iki masa gerisinde kalan grubu boğazlamamak için taburesinden fırlayarak sınıfı terk etmişti. Neyse ki, Profesör Slughorn'la araları fena sayılmazdı ve dersi terk ettiği için çok büyük bir ceza almayacağını düşünüyordu.

Şimdiyse yalnız kalmak için geldiği bu yerde, içeri giren herkese küfürler ederek gitmelerini söylüyor ve patlamaya hazır bir bomba gibi olmasına rağmen sakinleşmeye çalışıyordu. O sırada fayansların üzerinde ilerleyen adımları duymasıyla bağırdı yeniden: “Siktir git, başka yerde hallet işini.”

“Sirius,” dedi, kapının arkasından endişeli bir ses. “Sana bakmaya geldim. Dışarı çık, konuşalım.” Esmer çocuk arkadaşının sesini duyduğunda kabinin kapısını tekmelemiş ve ona gitmesi konusunda ısrarcı davranmıştı. Ancak çocuk pes etmiyordu. Kolaylıkla Alohomora yaparak kapıyı açıp Sirius'u dışarıya çıkardı.

“İnatçılık yapma, Patiayak. Öfkeli olduğunu biliyorum, ama bu kadar öfkelenecek ne olabilir?”

“Defol git, Remus.”

Sirius, kumral çocuğun kırgın yüzüne bakarken bile kızgınlığı dinmemişti. Gözleri birazdan alev alacakmış gibi öfkeyle doluydu. Remus, çocuğun cübbesinin yakalarından tuttu ve onu hafifçe sarstı.

“Sirius, kendine gel. Bu kadar mı nefret ediyorsun benden? Eşcinsel olduğumu söylemem bu kadar mı büyük bir problem senin için?”

O da sinirlenmeye başlıyordu ancak kırgınlığı çok daha büyüktü. Sirius'un kendisine böyle davranmaya hakkı olmadığını düşünüyordu. Çünkü biliyordu, Sirius'un herkesten gizlediği bir sırrı vardı ve bunu öğrendiğinde Remus, onu utandırmamak adına bildiğini dahi gizlemişti. Uzun saçlı çocuğun elbet bir gün itiraf edeceğini düşünmüş ve sırrını bir buçuk yıl boyunca içinde tutmuştu. Şimdiyse Sirius, daha önce üst sınıflardan bir erkeğin adını inleyerek oturduğu aynı kabinden çıkmış, Remus'a iğrenç bir şeymiş gibi bakıyordu.

“Ne var, biliyor musun? Benim ibne olduğumu düşünüyorsan, sen de öylesin. İstediğin kadar inkâr et, öyles--”

Remus'un sesi aldığı bir darbe ile kesildi. Gözündeki acıyla ve bu beklenmedik saldırıyla yere kapaklanırken, tutunduğu Sirius'u da kendisiyle birlikte sürüklemişti. Esmer çocuk düşmesine rağmen çabucak toparlanarak, arkadaşının üzerinden kalkmadan doğruldu. Bir süredir içine gömdüğü tüm öfke, kırgınlık ve yalnızlık hissinin dışavurumuyla gözü dönmüştü. Bunca zamandır yüzüne bile bakmayan çocuk, şimdi ne hakla karşısına geçip ona böyle davranabiliyordu? Sirius'a bir özür hakkı bile tanınmamışken, bütün arkadaşları onu Regulus problemiyle yalnız bırakmışken nasıl hâlâ öfkeli taraf onlar olabilirdi? Günlerdir yüzünden düşen bin parçaydı ama kimse ona ne olduğunu sorma zahmetine girmemişti. Asıl öfkeli olan, kırgın olan Sirius'tu. Ve öyle sinirliydi ki karşısındakinin Remus olduğunun neredeyse farkında değildi. Ona göre, günlerdir duyduğu ve gördüğü her şeyin acısını çıkarıyordu şimdi. Karşısındakinin kim olduğu önemli değildi.

quarter past midnight | wolfstarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin