1: "İnle!''

6.9K 413 579
                                    

The Neighbourhood - Wires

Uzun, loş koridordan geçerken yaptığım tek şey titremek oluyordu. Leş içki ve meni kokusu mide bulandırıcıydı. Ellerim titriyor yanımdan geçen onlarca insana çarpmamak için Jungkook'a tutunuyordum. "Jungkook?" Sesim ona iliştiğinde, "efendim hyung?" Diye mırıldanıyor. Gözlerinin tek odağı ise çarprazındaki Park Jimin oluyordu. Onu kaybetmemek için gözlerini bir saniye bile ayırmıyordu.

Gülmek istiyorum, bayılana kadar gülmek ve siktiğimin rüyasından uyanmak istiyorum.
Yetimhaneye dönmek, o kötü yemekleri yemek ve soğuktan uyuyamadığımız için Jimin ve Jungkook'a sarılarak uyuduğumuz günlere dönmek istiyorum. Yoongi ve Hoseok hyung'un birbiri ile olan kavgalarını izlemek ve yetimhanenin deposuna, Hwasa denen kızı atıp işi pişiren Namjoon'un sürekli yakalanıp azarlandığı, günlere dönmek istiyorum.

Üzülüyorum. Ama en çok Jungkook ve Jimin için. Benim ailem yokktu. Beni terk edip gitmişlerdi. Daha doğrusu doğurduktan sadece birkaç saat sonra, bir evin veya kuruluşun önüne bırakmak yerine bir çöp kutusunu tercih etmişlerdi. Ama onların birbiri vardı. Sevgililerdi. Aşıklardı. Birbirlerinin aileleriydi. Derin bir nefes aldım ve bizi tıktıkları odaya girdik.

Jungkook yerinde adeta sinirden titriyordu. Ta ki kapımız açılıp Jimin içeri girene kadar. Jungkook sıkıca sarılıp defalarca öptü küçük olanı. Çok güzel bir görüntüydü. Normalde ağzım kulaklarımda izlediğim görüntüye, şimdi tebessüm edecek kadar gücüm dahi yoktu. Çünkü burda tüm güzel duygularımız, mimiklerimiz yok olmuştu.

Siktiğimin yetimhanesini özlemiştim.

Ellerim bacaklarımın üzerinde ve belli belirsiz ritim içindeydi. Korkuyor muydum? Ya da umursuyor muydum? Hemde deliler gibi. Hem köpek gibi korkuyor, hem de umursuyordum. Nefes almak bile delicesine midemi bulandırıyordu. Çelik kapının açılması ve yemek saatinin gelmesi ile üçümüz de odadan yavaş adımlarla çıktık.

Aşağı kata indiğimizde yemek bölümüne oturduk. Biz almıyorduk, onlar yemeklerimizi veriyordu. Bu bölgedeki herkese göz gezdirdim. Gözlerinde korku ve ellerinde titreklik söz konusuydu. Gözaltları morarmış ve ten renkleri çoğunun solmuştu. Ama direnmek yoktu. Burda direndiğin zaman asla acımıyorlardı.

Gözlerimi kapattığımda aklıma gelen tek şey, yurdun önünden kaçırılmaktı. Jungkook Jimin ve ben sadece Yoongi hyung'un doğum günü için pasta almakla görevliydik. Eğleniyorduk,
gülüyorduk... Sonra siyah bir arabanın içinden çıkan adamlarla içeri zorla alındık ve gerisi koca bir boşluktu.

Kendimizi kocaman bir koltukta oturan yaşlı ve kilolu bir adamın karşısında bulmak kafamızı karıştırmıştı. Hepimizi iğrenç gözleri ile süzdüğünde yerimde kıpırdandım. Öksürdü ve lafa girdi. O günleri hatırlıyordum. "Aile, akraba, sevgili veya onları arayacak birileri var mı?" Diye sormuştu ve be deli gibi korkuyordum.

"Hayır efendim yetimhaneden getirdik." Bunu söylediğinde adam memnun olmuşcasına sırıtışı hala kulaklarımdaydı. "Bunlar üste olmayacak kadar hafif ve naifler. Olmaları gereken yere götürün." Yerimde titremiştim. Üste olmak mı? Bunlar beni titretmişti o zamanlar. Aşırı korkuyordum. Üste derken neyden bahsetmişti? Bunlar bizi hep korkutmuştu.

"Biz neden burdayız ve siz kimsiniz?"
Jungkook'un sert sesini duyduğumda olduğum yerde sıçradım. Keza Jimin de benimle aynı haldeydi. O dönem keşke daha sert olsaydık diye düşünüyordum. "Şunları odalarına götürün hemen!" Bizi ordan yaka paça çıkartıp, olduğumuz mahzen tarzı yere getirmişlerdi.

Buraya gelişimizi düşünmeye dalmışken, yemeklerin önümüze koyulması ile kendime gelmiştim. Fazlasıyla sağlıklı ve aynı zamanda enerjili birkaç öğün vardı önümde. Açtım. Yaşamak için yemek zorundaydım. Yavaş yavaş yerken çoğalan ayak sesleri ile kafamı kaldırdım. Asıl midemi bulandıranlar gelmişti işte.

Burning Killer ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin