Yatağa uzanmış, güneşin odama dolmasını izliyordum. Kolumu kaldıracak halim yoktu. Ama bir savaşa girecek kadar cesurdu yüreğim. Dün gece yağmur hafif yağmış, odama toprak kokusunu getirmişti. Alışkındım, toprağın kokusuna. Yurt odam giriş kattaydı ve yağmur yağdığında dolardı genzime kokusu.
Sahi bir yağmur damlası olmak çok isterdim. Gökyüzünde oluşan savaş, vahşet, yere bir nimet olarak düşüyordu. Bir damla yağmur; gölleri, nehirleri, okyanusları çağlatıyor ve gürletiyordu. Acı bir gülüş düştü dudaklarıma, benim o kadar değerim olamazdı. Gözyaşım göz pınarlarıma hücum ederken doğruldum. Bugün onsuz kaldığım bir haftanın sonuna gelmiştim.
Defalarca gelmiş, beni sormuş ve konuşmak istemediğimi duyunca gitmişti. Bazen camdan kafamı çıkartıyordum, öylece oturmuş kapıya olan bakışları beni yaralıyordu. Derin bir nefes aldım. Korkuyordum açıklama yapmasına, canımın daha çok yanmasına korkuyordum. Ama dünden sonra gelmeyeceğine nerdeyse emindim. Dün Yoongi daha fazla dayanamamış içeri almıştı.
Ona kızsam bile kapıyı kitledim ve çöktüm yere. Kulağımı kapıya yasladım ve dediklerini dinledim. Sesi bir şiir gibiydi, tüm ruhumu çekip alan bir şiir gibi. Ya da bir kemanın eşsiz tınısı, piyanonun şiddetli sesi gibiydi. Konuştu, derdini anlattı ve sonra dilimden dökülen o can alıcı sözler ile kapıyı yumruklaması ve yalvarışları kesildi, nefesim kesildi.
"Canım yanıyor, seninde yansın."
Sonra sessiz adımları, gümbür gümbür geldi kulağıma. Uzun ve soluksuz nefesini hissettim tenimde. O gitti, orda öylece oturdum. Sabaha kadar, sırtım ağrıyana kadar, etim ezilene kadar oturdum. Sonrası can yakıcıydı, tüm gece zihnime onu kazıdım ve işledim. Kafamı pencereye doğru çevirdim. Gri bulutlar ve havanın kasveti içimi boğmuştu.
Kapının tıklatılması ile yerimden hafifçe dikleştim. Gelen Jimin idi. "Günaydın, kahvaltıya inmen lazım artık." Yavaşça kafamı salladım ve banyoya ilerledim. İşlerimi hallettikten sonra, aşağı indim. Çocuklar yetimhaneden çıkmış, işe girmiş ve kendilerine ev tutmuşlardı. Güzel ve şirin bir yerdi. Sandalyeme oturduğumda Hoseok hemen söze başladı. Bu konuşmayı çok iyi biliyordum.
"Taehyung lütfen bir şeyler ye olur mu? Bak Seokjin yine gelir bu gece." Hafifçe güldüm dünden sonra asla gelmezdi. "Tamam yiyeceğim, siz neler yapıyorsunuz?" Yoongi ağzındaki lokmayı yuttu ve beni izledi. "Hala çalışmak istiyor musun?" Kafamı onay verircesine salladım. Burda kalacaksam, kiraya ortak olmalıydım. Burda kalacaksam çalışmam gerekiyordu. Onlar her ne kadar paranın fazlaca yettiğini söylesede bunu istiyordum.
"Bugün barın sahibi gelecek. Onunla senin için bir iş konuşması yaparım. Garson eksik, büyük ihtimal garson olursun. Nasılsa daha önce çok yaptık. Zorlanacağını düşünmüyorum." Işıltılı gözlerim ile baktım ona. Kendi ayaklarımın üzerinde durma fikri beni sevindirmişti. Jungkook ve Namjoon bana bakıp gülümsedi. Hepsinin yüzlerini gülümseme kapladığında içimde bir yer koptu, acıdı, sızladı.
Seokjin olmadan gülmek, içimi cehenneme çevirdi.
"Bugün mesai var bizim. Sen evde tek kalacaksın Taehyung. Sorun olmaz değil mi?" Olmazdı, alışkındım. Seokjin eskiden beni tek bırakır giderdi. Asla sorun olmazdı. Güzelce yemeklerimizi yedik ve sohbet ederken gitme vakitleri gelmişti. Hava gürlüyor ve hafiften yağmur çiselemeye başlamıştı. "Dikkatli olun ve kimse ile kavga etmeyin." Namjoon hyung bu dediğim ile gülümsedi ve saçlarımı okşadı.
"Tamam annecim, söz uslu birer çocuk olacağız ve kimse ile kavga etmeyeceğiz." Herkes Jimin'in bu dediğine gülerken ben somurtuyordum. Jungkook ise kendinden geçmiş şekilde izliyordu onu. Yutkundum boğazıma bir yumru oturdu. Seokjin'i çok özlemiştim. İç yanaklarımı ezerken, çocukların arkasından kapıyı kapattım. Pencerenin kenarına geçtim ve koltuğa sindim. Birkaç dakikanın arından yağmur iyice kendini gösterdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Burning Killer ✓
Fanfic"Bebeğim biliyorsun benim sınırlarım yok." Demişti elleri kollarım da gezerken. "Benim sınırlarım senin deliğinin kapladığı alan."