1 × один

778 40 95
                                    

Yürek değil, kafa birliği.

Kitsey'nin son sözleri bunlar olmuştu. Birbirimize iyi geldiğimizi, Bayan Barbour başta olmak üzere bu birlikteliğin herkesi iyi yönde etkilediğini söylemişti. Haklıydı aslında. Bayan Barbour, Kitsey'le birlikte olduğumuzu öğrenince canlanmıştı. Evin içinde dolaşmaya, hatta tekrar ruj sürmeye başlamıştı. Kitsey'nin dediğini yapıp Tom'la olan birlikteliğini görmezden gelebilir ve devam edebilirdim. Ama yapmadım. Beni öpmeye çalışan — aramızın düzeldiğini, konunun kapandığını sanıyordu– kızı öylece bırakıp daireden çıktım. Ayrılmamız Bayan Barbour'u üzecekti. Gerçi onun Tom Cable'ı bildiğinden emindim. Beni Kitsey'i 'belalı çocuktan' kurtarmak için kullanıyorlardı. En azından birlikteliğimizdeki asıl amaç buydu.

Kalabalık caddeye bir bakış atıp ellerimi ceplerime soktum. Bu olay beni fazlasıyla çarpmıştı ve biraz gevşemem gerekiyordu. Ceplerim boştu. Çekmecede kalmış olmamalılar diye düşünüp eve doğru yönelecektim ki aklıma daha iyi bir fikir geldi. Metro merdivenlerine yönelip aşağı indim. Turnikeleri geçtim ve henüz durmakta olan metroya atladım. Gevşemenin daha eğlenceli yolları vardı.

Daha önce sadece bir kez geldiğim bar o akşamın aksine pek de kalabalık değildi. Locaların olduğu kısma gidip adamımı aramaya başladım. Tam da tahmin ettiğim gibi oradaydı, Myriam'la birlikte gülüşüyorlardı. İki adımda yanına ulaştım ve onu itekleyerek oturdum. "Potter, burada ne işin var senin?"

"Bana mal lazım." Kaşlarını çattı ama sonra gülümseyip cebinden plastik bir torba çıkardı. "Vegas'ta kullandıklarımızdan daha kaliteli. Yemin ederim." Ne kadar kaliteli olduğu pek umrumda değildi. Paketi açtım ve masaya döktüm. "Potter, sen iyi misin?" Boris'e cevap vermeden cebimden bir dolarlık bi' banknot çıkardım ve rulo yaptım. Masaya eğilip tüm çizgiyi burnuma çektiğimde genzim hafifçe yanmıştı. Kafamı kaldırıp bayık bakışlarım eşliğinde konuştum. "Kitsey beni aldattı." Önce biçimli kaşları havaya kalktı sonraysa yüzü düştü. Gerçekten üzgün görünüyordu. "Üzüldüm, dostum. Kiminle aldattı? Bildiğinden haberi var mı?" Kafamı olumlu yönde salladım. Genzimdeki yanma hissi geçmişti. "Tom Cable. Şu sana anlattığım çocuk." Kaşlarını yeniden çattı. Ona uzaklaştırma aldığımdan ve bunun sebebinin de Tom olduğundan bahsetmiştim. Aslına bakarsanız o, bundan bahsettiğim tek kişiydi. "Kötü olmuş. Cidden." Bakışlarını bana çevirdi. "Onu seviyor muydun, yani cidden seviyor muydun? Hayatının aşkı mıydı?" Bu soru cevabını verebileceğim bir soru değildi. Kitsey bana iyi geliyordu. Onunla olduğum sürede daha az panik olmuş ve daha az uyuşturucu kullanmıştım. Ama ilişkimizin pek özel bir yanı yoktu. Kitsey bana karşı hep soğuktu. Uzun bir süre cevap alamayınca elini omzuma atıp sıvazladı. "Bir şey söyleyeyim mi, Potter? Eğer onu gerçekten sevseydin kıskançlıktan kafayı falan yerdin. Burada olmazdın bile." Lafını bölmeye kalkınca boştaki eliyle beni durdurdu. "Tamam onu sevmiş olabilirsin. Düzüşmüş de olabilirsin ki bu çok normal. Ben sevmediğim bi' sürü insanla düzüştüm— Konumuz şu an bu değil. Yani demek istediğim şey aslında ilişkiniz çok da büyük değilmiş. Vazgeçmesi kolaymış o senin için." Derin bir nefes aldı. "Bu tür konuşmalarda bok gibisin." Güldü. "Evet biliyorum."

"Çıkar ilişkisi." Burnumu çekip oturduğum yerde kıpırdandım. "Bizim aramızdaki şey daha çok bir çıkar ilişkisiydi. Yani ben evleneceğim için uyuşturucudan uzak duruyordum. Kitsey de Tom'dan uzak kalıyordu - çalışıyordu en az azından -." Kafasını anladım dercesine salladı. Bana verdiği maldan biraz da kendisi çekti ve kafasını omzuna yasladı. "Sana bahsettiğim adamla konuştum. Tabloyu bulmamıza yardım edecek olan adamla."

"Adı neydi demiştin?" Saçlarını kestirmişti. Küçükken, Vegas'ta, kafayı bulduğumuz zaman —ki genelde hep kafayı buluyorduk– Boris'in saçlarıyla oynamak en sevdiğim şeydi. Ayakta duramadığımız için kendimizi halının üzerine bırakır, kusana kadar yuvarlanır ve sonra da uyuyakalırdık. Yani en azından Boris uyuyakalırdı. Ben de mayışmış ve yorulmuş halde yapılacak en iyi şeyi yapar, saçlarıyla oynardım. "Horst. Sanattan anlayan bir herif. Yani öyle gözüküyor en azından. Bayağı acıklı bir hayatı var. Aile sorunları falan. Her neyse, seninle gidip göreceğiz onu." Boştaki elimi kaldırıp saçlarına uzattım. Boris'le olan ilişkimiz her zaman garipti. İnsanların kolaylıkla yanlış anlayabileceği türden. Sonunda hedefime ulaştım ve ellerimi saçlarına daldırdım. İrkildi ama hiçbir şey söylemedi. "Ne zaman gideceğiz peki?"

"Yarın diye düşünmüştüm." Cıkladım. "Yarın gidip ayrıldığımızı Bayan Barbour'a söylemem lazım. Tanrım, kim bilir nasıl üzülecek." Elimi ensesine doğru indirdim. "Kadının bir anda meleğe dönüşmesi garip cidden. Küçükken sana soğuk davrandığını söylemiştin." Omuz silktim. "Bilmiyorum, Andy ve Bay Barbour öldükten sonra olmuş olmalı." Masaya uzanıp bir sigara aldı ve yaktı. Eski yerine geri yerleşirken güldü. "Лучше поздно чем никогда."

Biz öyle oturmaya devam ederken: Myriam'a bir telefon geldi ve yanımızdan ayrılmak zorunda kaldı. Boris garson kadınla - porno yıldızı memeli olan falcı bugün yoktu - cilveleşti. Hatta birbirlerine numaralarını verdiler. "Çok güzel bi' kalçası var." Koltuğun başına yasladığım kafamı kaldırdım. Çektiğim malın etkisi çoktan geçmeye başlamıştı. "Sen neden evlendin ki? Gördüğün herkese yürüyorsun." Güldü. Benim aksime tek bir malla durmamış ve çekmeye devam etmişti. Kafası hâlâ güzeldi. Kucağımdan doğruldu. "Sakin bir hayatım olur sanmıştım, Potter. Tamamen yanılmışım." Ellerini iki yana açtı. "Şu halime baksana!" Tekrar güldü. "Sanki sen çok farklısın. Kız seni aldatmasa devam edecektin!" Gülümsemem silindi. Bunu görünce elini omzuma attı. "Üzgünüm, dostum. Öyle demek istemedim." Diğer elinden destek alıp ayağa kalktı ve peşinden beni de kaldırdı. "Hadi gidelim buradan. Gyuri'ye arka tarafta beklemesini söylemiştim." Kaşlarımı çattım. "Nereye gidiyoruz?" Sorumu es geçti ve bizi arka kapıya yönlendirdi. Ona karşı çıkmadım, hesabı ödediğini varsayıyordum, dışarı çıktığımızda soğuk beni kendime getirdi. "Vay canına bayağı soğukmuş." Arabanın kapısını açıp beni içeri itti sonra da yanıma yerleşti. "Bizi otele götür, Gyuri." Gyuri, arabayı çalıştırdı ve vitesi değiştirdi. Ehliyet sınavını kör biri gözetiminde yaptığını düşündürecek kadar boktan geçen yolculuk sonrası, midem ağzıma gelmişti, arabadan indik. "Biz direkt uyuyacağız, sen takıl." Uyuyacağız? "Boris, tam olarak ne yapıyoruz?" Otele girdik ve resepsiyondan oda anahtarını aldık. Yirmi iki numara. Kilidi çevirdi ve içeri girdik. Açık perdeden içeri dolan ışık, yatağı ve pencere kenarındaki tekli koltuğu görmeye yetiyordu. Lambayı açtı ve paltosunu çıkardı. "Çok yorgunum, Potter. Hemen uyuyacağım. Eğer istersen minibarda biraz içki vardı." Cevabımı beklemedi. Ayakkabılarından da kurtulup yatağa atladı.

Önce koltukta yatmayı düşündüm. Yani en azından oturarak uykuya dalabilirdim. Sonra bu gözüme çok mantıksız göründü ve oda tutmak için kapıya yöneldim ama bu da korkup kaçmak olurdu. "Hadi ama bu kadar alıngan olma, Potter." Küçükken Boris'le yakın temasa girmekten korkardım. O yanlış anlar diye değildi —zaten onunla aynı yatakta yatardık ama bu genelde babamlar evde yokken ve biz kafayı bulmuşken olurdu–. Korkum babama ve Xandra'ya karşıydı. Ama şu an, burada, ne onlar bizi görebilirdi ne de kimse yanlış düşünebilirdi. Paltomu çıkarıp koltuğun üzerine koydum. Çabuk hasta olan biriydim ve gömleğimin altına her zaman tişört giyerdim, bu yüzden gömleğimi de çıkardım. Son olarak ayakkabılarımı da kenara koydum ve yatağa sırtüstü uzandım. Boris, benim aksime, yüzüstü ve oldukça dağınık yatıyordu. Kıvırcık saçları gözünün önüne düşmüştü. Okulu düşündüm. Boris, o zaman da oldukça yakışıklıydı (asla yıkanmasa da) ve kızlar ona çıkma teklifi etmek için sıraya girerdi. Bense ona hayranlıkla bakan kızlara somurtmaktan başka bir şey yapamazdım. Arkadaşımı paylaşmak istemediğim içindi bu, başka ne olabilirdi ki zaten? Yatakta ona doğru döndüm. Beni neden öptüğünü o günden beri merak ediyordum. Veda, arkadaşça bir öpücük? Hepsi oldukça mantıksızdı. Ona sor, Theo. Bunun için oldukça utangaçtım. Belki de korkak. Çoğu yönden aynı şey. Ayak ucumda duran pikeyi aldım ve Boris'in üzerine örttüm. Sonra tekrar yerime yerleştim ve ona bakarak uykuya daldım.

"Лучше поздно чем никогда." : Geç, hiçbir zamandan daha iyidir.

Merhaba! Saka Kuşu'nu bitireli 24 saat oluyor ve ben kafayı yiyorum. Boreo cidden mükemmel, olağanüstü bir şey. O yüzden bu kitabı yazıyorum. Hepsi Deniz için. Öpücük.

grindeldore

the idiot | boreoHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin