Ertesi sabah uyandığımda Boris, telefonda resepsiyonistle konuşuyordu. Kirli çamaşırlarımız olduğundan ve alınmaları gerektiğinden bahsetti. Telefonu kapattığında bana döndü ve uyandığımı görüp gülümsedi. "Bir an kış uykusuna yattın sandım." Gözlerimi devirdim. Yataktan kalkıp banyoya girdim. Küvetin kenarına asılı ceket ve yere damlamış olan pembe renkli sular yutkunmama neden oldu. Dünün heyecanıyla unutmuştum ama başım büyük dertteydi. Birini öldürmüştüm ve hikaye bununla bitmiyordu. Bir sanat eserini on yıldan fazladır saklıyordum. Onu çalmıştım. Eğer herhangi biri ortaya çıkarsa gerisi çorap söküğü gibi gelirdi.
Rezervuarın üzerindeki tuvalet kağıdından biraz koparttım ve yerdeki suları sildim. Tuvalet kağıdını klozete atıp sifonu çektim. Gömlek temiz görünüyordu ama yine de onu da alıp katladım ve ona kıyasla görülmesi daha güvenli olan paltonun arasına koydum. Kısa bir duş aldıktan sonra banyodan çıktım. Boris söylediği omleti yiyordu. "Sonunda çıkabilidin Potter." Ona cevap vermeden üzerimi giydim. Sonra da gidip yanına oturdum. Tepsiden bir dilim ekmek alıp kahvaltı etmeye başladım. "Bir saate kadar çamaşırları almak için biri gelecek aşağıdan. Kanı iyice çıkarabildin mi?" Kafamı olumlu yönde salladım. Havadan sudan bahsediyormuş gibi davranması sinirimi bozuyordu. "Hiç endişeleniyor musun? Yakalanırsak neler olabileceğinden?" Kafasını tabaktan kaldırdı ve bana çevirdi. "Dinle, Potter. Sana öldürdüğümüz insanların sütten çıkmış ak kaşık olmadığından bahsetmiştim ve sanıyorum ki bu konuda hemfikiriz. Anlamadığın şeyse şu, ne kadar endişelenirsen o kadar açık verirsin. Sakin kal. Gerekirse salağı oyna. Henüz cesetleri bulmadılar. Kiraz ya da Horst bizi aramadı ki bu durumun iyi olduğunu gösterir. Tamam mı?" Tereddütle kafamı salladım. Hâlâ ikna olmadığımı fark edince bana doğru uzanıp alnımı öptü. "Bu işte beraberiz Potter ve söz veriyorum bize hiçbir şey olmayacak."
Yemek bitince tekrar aşağıyı aradık ve bir kadın gelip hem masayı hem de kirli çamaşırları aldı. İşi garantiye almak için birkaç gün dışarı çıkmayacaktık. Televizyonu açtım ve birkaç kanal değişimi sonunda çıkan haber kanallarının birinde durdum. Felemenkçe olduğu için bir halt anladığım yoktu ama görüntüler Noel'le ilgili olduğunu gösteriyordu. Ucuna oturduğum yatakta kendimi kaydırıp kafamı yatak başlığına yasladım. Boris kat görevlisi gittikten sonra lavaboya girmişti ve on beş dakikadır oradaydı. Bir süre daha televizyonla oyalandım. Boris'in hâlâ çıkmadığını görünce de ayaklanıp kapısını çaldım. "Boris, iyi misin?" İçeriden burun çekme ve musluk sesi geldi. Sonraysa kapının kilidi, ardından da kendisi açıldı. Boris gözleri kızarık bir şekilde gülümsüyordu. "Omlet yüzünden oldu herhalde." Oldukça cılız çıkan sesiyle ağladığına emin olduğumda kaşlarımı çattım. "Ağladın mı sen?" Kafasını iki yana sallayıp gözlerini avuç içleriyle sildi. "Saçmalama, Potter. Ne ağlaması? Hem ortada ağlamam için hiçbir sebep yok ki." Banyonun kapısını kapatması için bir adım geri çekildim. Aramızdaki mesafe hâlâ oldukça azdı. "Geçmeme izin verecek misin?"
"Neden ağladın?" Bıkkınlıkla nefes verdi — bu küçükken oldukça sık yaptığı bir şeydi–. "Sana söyledim Potter. Ağlama falan yok." Ona inanabilirdim. Gerçekten. Sesi titrememiş olsaydı eğer. Elimi sağ yanağına çıkardım. Parmaklarımı yorgunluktan çöken göz altlarında gezdirirken konuştum. "Boris, son bir ayda o kadar çok şey üstüste geldi ki. Ağlaman, hıçkırman hatta ölmek istemen bile normal. Ben istedim, ölmeyi her şeyden çok istedim. Ama bunların hiçbiri çözüm değil. Eğer konu dün otoparkta olanlarsa ve sırf beni endişelendirmemek için bunu saklıyorsan bu beni daha fazla endişelendirir. En zor zamanlarımda yanımdaydın ve beni, senin için aynısını yapmaktan alıkoyamazsın." Konuşmamın ortalarına doğru dolan gözlerini titreyen dudakları izledi. Kesik bir nefes aldı. "Ben çok üzgünüm. Sana sakin kalmanı söylüyorum ama korkuyorum Potter. Dün o piçler ortaya çıktığından beri korkuyorum. Ya sana bir şey olursa, bize bir şey olursa diye. Tabloyu çalarak başını derde sokmam yetmiyormuş gibi üstüne bir de cinayet işlemene sebep oldum. Özür dilerim. Çok özür dilerim." Gözlerinden akan yaşları kazağımın kollarıyla sildim ve kollarımı ona sardım. Aynı şekilde, sadece daha sıkı tutunabileceği tek şey benmişim gibi, karşılık verdiğinde hıçkırması şiddetlenmişti. "Özür dilemene gerek yok Boris. O gün, Vegas'tan gittiğim gün, seni dinlemeliydim. Beklemeliydim. Sana sahipken kendimi kimsem olmadığına inandırdım ve çekip gittim. Korktum belki de. Bilmiyorum. Ama ne olursa olsun gitmemeliydim." Kollarımı ondan ayırıp elimi ensesine çıkardım. Sonra dudaklarımı dudaklarına bastırdım. Öpücüğe karşılık verebilmek için parmak ucuna yükselmişti ve ben de ona güven vermek adına ensesini okşuyordum. Öpüşmeyi sonlandırıp geri çekildiğimde derin bir nefes aldı. "Я тебя люблю. Я очень тебя люблю."
Günün geri kalanında televizyondan Felemenkçe şeyler izledik. Boris, bir yandan izleyip bir yandan çeviri yapmaya çalıştığından, benim için, bazen önemli kısımları kaçırıyor ve bana küfür ediyordu. Sonra çamaşırlarımız temiz bir şekilde geldi. Kimse bir şeyden şüphelenmemişti. Bir süre daha film izleyip yemek yedik. Saat on bire yaklaştığındaysa kendimizi yatağa bıraktık. Televizyon arka planda vızıldıyordu. Minibarın büyük bir bölümünü içtiğimizden, hepsi bitmişti, kör kütük sarhoştuk. Boris ellerini saçlarıma daldırırken hâlâ gülüyordu. "Ne düşünüyorum biliyor musun, Potter? Eğer Kitsey seni aldatmasaydı ya da sen onun seni aldatmasını önemsemeyecek kadar umursamaz olsaydın ne olurdu? Yani seni öpebiliyor olabilir miydim? Veya seni otele tek başına bıraksaydım? Kendi başına neler yaşardın yalnızca Tanrı bilir." Kafamı salladım. Kurduğu cümlelerin yarısını anlamamıştım ama problem değildi. Sabah ikimiz de çoğunu hatırlamıyor olacaktık zaten. Dizlerimize kadar kapalı olan örtüyü yukarı çekti. "Noel geliyor, Potter! Üşütmek istemezsin." Kıkırdadım. Sonra gözüm televizyon ekranındaki görüntülere ilişti ve tüm mutluluğum vücudumdan çekildi sanki. "Boris, onları bulmuşlar."
"Я тебя люблю. Я очень тебя люблю.": Seni seviyorum. Seni çok seviyorum.
Merhaba!! Evet, bu bölümü yazana kadar çeşitli zorluklar yaşadım çünkü otelden çıkamayacakları için yapabilecekleri şeyler kısıtlıydı. Neyseki toparlayabildim. Yani galiba. Hepsi Deniz için. Artık bunun hatırlatmama gerek var mı bilmiyorum. Öpücük.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
the idiot | boreo
Short Storytek kelime etmeyeceğim ama sanırım biliyor. gittiği geceden beri zar zor uyuduğumu. onun bedeni her zaman, içinde tutacak benimkini. sensiz yaşayamam, beni evine götür. 070919-220919