6 × шесть

232 21 43
                                    

Boris ilk önce dediğimi anlamadı. Kaşlarını çattı. Endişeyle ekranı gösterdiğimde renkleri solmuş, yine de kim oldukları anlaşılan, Martin ve Frits'in yerde yatmakta olan görüntüsünü gördü. Üzerimden komodine uzandı ve kumandayı aldı. Televizyonunun sesini açıp dikkatle dinlemeye başladı. Bir süre sonra ekrandaki görüntü değişti ve spiker başka bir habere geçti. "Ne söylüyor?" Derin bir nefes aldı. "Vurulan kişilerin Hollandalı olmadığını ve etrafta güvenlik kamerası olmadığı için katilleri bulamadıklarını," Katil kelimesini duyunca ürperdim. Ben bir katildim. "ayrıca ölen kişilerin sabıkalarının oldukça kabarık olduğunu ve ülkede kaçak bulunduklarını söyledi." Televizyonu kapatıp bana döndü. "Bizi bulamazlar Potter." Ona inanmak istiyordum. Ama katil kelimesi beynimde yankılanıyordu. "Yarın gidiyoruz."

"Ne?" Ellerimi avuçları arasına aldı. "Yarın gece gidiyoruz. Sabah gidip bileti alacağız. Gün içinde Kiraz'ı bulabilirsek ona olanlardan bahsederiz. Eğer bulamazsak da akşam gideriz." New York'a mı? Ya da daha kuzeye? "Nereye gideceğiz?" Gülümsedi. "Kaliforniya. Kafamız sürekli kıyak olacak, kitap okuyacağız, kamp ateşi yakacağız. Kumsalda uyuyacağız. En önemlisi de orada kimse bizi aramaya kalkmayacak." Keşke. Keşke Boris'e son kez sorsaydım. Benimle gelmek zorundasın! New York'a gidince elime ne geçmişti? Yıllarca saklamaya çalıştığım bir ders kitabı, beni aldatan bir sözlü, takıntılı olduğum bir kız. Gülümsedim. "Kaliforniya. Çok iyi fikir." Omuz silkti. "On yıldır aklımda. Doğru zamanın gelmesini bekliyordum."

Daha fazla konuşmadan kollarımı ona sardım. Bu kadar acı, boşa geçen onca yıl. Hepsi, şu an dolapta duran şey yüzündendi. Saka Kuşu yüzünden.

Parayı nasıl ayarlayacağımıza karar verip uyuduk. Boris'in yanında bir miktar para vardı. Bizi ülkeden çıkartacak kadar. Gerisini de benim bankadaki paramla halledecektik. Çöplükte yaşamaya alışkındık. Ya da bulduğumuzu yemeye. Kaliforniya'da hayat kolaydı. Tek sorun tüm bunları Hobie'ye nasıl açıklayacağımdı. Eğer Lucius Reeve, tablonun bende olduğu konusunda ısrar edip polise giderse beni kolaylıkla bulurlardı. Hobie beni henüz affetmemişken sözlümden ayrılmış ertesi günü de en iyi arkadaşımla, aynı zamanda bir uyuşturucu bağımlısıyla, Hollanda'ya gelmiştim. Eğer tabloyu bunca zamandır sakladığımı öğrenirse beni affetmesi imkansızlaşırdı. Ben de ona tablo ve cinayet hariç her şeyi, Boris'le aramızda gelişen şeyleri ve Kaliforniya hayalimizi, açıklayan bir mektup yazdım. Yarın bilet için dışarı çıktığımızda gönderecektim. Çoktan uykuya dalan Boris'i izlemeyi kesip sırtüstü döndüm. Her şey o kadar birbirine girmişti ki şu an nasıl bir ruh halinde olmalıyım bilmiyordum. Martin ve Frits'le olanlar kendimden iğrenmeme neden olurken Boris'le yaşadıklarımızı düşününce sırıtışıma engel olamıyordum. Benim lanetim de buydu sanırım. Boktan şeyler yaşamama rağmen şans bana hep gülüyordu.

Ertesi sabah altıda kalktım. Boris uykuyu fazlasıyla sevdiğinden duştan çıkıp yemeği söyleyene kadar onu uyandırmadım. Telefonu kapattığımda ona döndüm. "Boris. Boris! Uyanmazsan tüm yemeği kendim bitireceğim." Bana doğru dönüp gözlerini araladı. "Dene ve öl, Potter." Pikeyi üzerinden atıp lavaboya girdi. O içeride ıslık çalarak yüzünü yıkarken kapı çaldı. Yemeği içeri aldım ve görevliye teşekkür ederek kapıyı kapattım. Aynı anda da Boris, lavabodan çıktı. "Yemekten sonra Kiraz'ı arayacağım. Dua edelim de telefonu açsın." Kafamı sallayıp masayı yatağın kenarına ittirdim. "Tabloyu polise teslim etmeliyiz."

Hiçbir şey söylemedi. "Lucius Reeve. Tablonun yıllardır bende olduğunu biliyor ve New York'ta olmadığımı fark edince polise gidecek. Onu elimizden çıkartmalıyız." Ellerini saçlarından geçirdi. "Polise teslim ettiğinde seni öylece bırakacaklarını mı sanıyorsun? Ben cevap vereyim, Potter. Hayır. Sana nereden bulduğunu soracaklar. Verdiğin cevabı beğenmezlerse de araştırıp her şeyi ortaya dökecekler. Cinayet de dahil. O tabloyu yanımızda götüreceğiz. Çünkü başka çaremiz yok." Kafamı hızla iki yana salladım. "Eğer yanımızda götürürsek de aynısı olacak! Başka bir yolunu buluruz. Terk edilmiş bir depoya koyup isimsiz ihbar yaparız. Onu yanımıza alamayız, Boris. O şey lanetli! Benden annemi aldı. Evimi aldı. Birini öldürmeme sebep oldu! Hayatımı almasına da izin veremem." Yüksek çıkan sesim beni bile korkuturken Boris hâlâ emin görünmüyordu. Birkaç adımda yanına ilerledim ve onu omuzlarından kavradım. "Sadece beni de değil, Boris. Seni de tutuklayacaklar. Onca şeye rağmen önümüzde hâlâ güzel bir hayat yaşama fırsatı varken bunu neden mahvedelim ki?" Gözlerimin içine baktı. Korkuyordu. Tıpkı benim gibi. "Kurtulalım o şeyden."

Tek kelime etmeden biten kahvaltıdan sonra Boris, Kiraz'ı aradı ama Kiraz açmadı. İkinci kez denemeden eşyalarımızı topladık ve otelden çıkışımızı yaptık. Havaalanından akşam beşe bilet alıp postaneye gittik. Mektubu da gönderdikten sonra geriye sadece tablo kalmıştı. "Otelin yakınlarında bir su deposu var. Geçen yıl boruları patladığı için kullanmayı bırakmışlar. Orada tabloyu zarar vermeyecek bir yere koyar yeterince uzaklaşınca da ihbar ederiz. Anlaştık mı?"

"Evet, yani anlaştık." Gülümseyip elini omzuma attı ve beni kendine çekip saçlarıma bir öpücük bıraktı. "Her şey düzelecek Potter." Depoya gidip tabloyu güvenli bir yere koyduk. Sonra depodan oldukça uzak olan bir telefon kulübesinden polisi arayıp ihbar ettik. Boris, ahizeyi yuvasına bırakırken tuttuğum nefesi bıraktım. "Kurtulduk." Olmuştu işte. Bitmişti. Asla sahip olmayı istemediğim, başıma binbir dert açan şeyden kurtulmuştum. Saka Kuşu, artık benim değildi. Boris'i omuzlarından ittirip kulübenin cam duvarına yasladım. Soru sormasına izin vermeden dudaklarımızı birleştirdim. Bana veda ettiği günkü gibiydi öpücüğümüz. Şehvetten uzak, sadece dile getiremediğimiz sevgiyi belirtmek için. Dudaklarımızı ayırıp gözlerine baktım. "Uçağı kaçıracağız."

Havaalanına gittiğimizde güvenlikten sorun çıkmadan geçtik ve bavulumuzu teslim ettik. Kapıların kapanmasına çok az kala uçağa binip yerleştik. Kafamı Boris'in omzuna koyarken gözlerimi kapattım. Ve on üç yaşımdan bu yana ilk kez, gözlerimi içimde endişe kırıntısı olmadan kapamanın verdiği rahatlıkla uykuya daldım.

Merhaba! Artık angst yok çok şükür. Bölümü yazarken sürekli ağlayasım geldi. Umarım sizin gelmemiştir. Hepsi Deniz için. Her bir harf onun için. Öpücük.

grindeldore

the idiot | boreoHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin