2 × два

330 36 50
                                    

Nedenini bilmediğim bir şekilde, adım gibi biliyordum sadece itiraf etmek zor geliyordu, deliksiz geçen uykum sonrasında belimde hissettiğim kollarla gözlerimi araladım. Deja vu. Boris, garip mırıltılar çıkarıyor ve burnunu sırtıma sürtüyordu. Beni düzüşüp yüzünü bir daha asla görmediği eskortlardan biri sandığına emindim. Kollarını belimden çözüp ona döndüm. "Boris." Garip mırıltılar çıkardı. "Boris." Gözlerini yine açmayınca daha fazla dayanamadım ve yanağına okkalı bir tokat attım. "Kut!" Hızla doğrulurken saçlarını karıştırıp bana döndü. "Senin derdin ne, Potter?" Ona cevap vermeden yataktan kalktım, tişörtümü düzelttim ve ceketime yöneldim. "Saat on bir olmuş, ahmak. Barbourlara gitmem gerekiyordu!" Omuz silkti. Sonra sert bakışlarımı gördü ve ayağa kalktı. "Tamam, tamam. Kahvaltı edelim sonra seni oraya bırakırım. Hem kadını ne kadar geç üzersen o kadar iyidir." Gece aceleyle yere fırlattığı ceketini alıp silkeledi. "İstediğin özel bi' şey var mı?"

"Hayır." Sen bilirsin bakışını atıp oda servisini aradı ve iki kişilik kahvaltı istedi. Bense o sırada yüzümü yıkadım, gömleğimi ve ceketimi giydim. "Bugünlük seni affediyorum Potter. Ama yarın benimle Horst'u görmeye gelmek zorundasın." Kafamı salladım. Tabloyu almak istiyorsam Boris'le çalışmam gerekiyordu. Bu kez tuvalete giren o oldu ve o içerideyken, ıslık çalıyor Rusça şarkılar söylüyordu, kapı çaldı. Kapıdaki kadın Felemenkçe bir şeyler söyleyince kapıyı açtım. Hizmetli, gülümseyerek tekerlekli masayı içeri itti. "Afiyet olsun." Yarım yamalak İngilizcesiyle söylediği şeye gülümsedim. "Danke"   Gülümsememe karşılık verirken odadan çıktı. "Boris, yemek geldi!" Boris yemek lafını duyunca tuvaletten hemen çıktı. "Dostum bana inanmayacaksın belki ama kafam uçukken uyuduğumda normalde olduğumdan on kat, hayır hayır yüz kat daha aç uyanıyorum." Masayı yatağın önüne çekip yatağa oturdu. Bense ona gülümseyip yanına çöktüm. "Sen hep açsın Boris."

Kahvaltıdan sonra Gyuri bizi otelin önünden aldı. Üstümü değiştirmem gerektiğinden beni eve bıraktılar. Boris bana bol şans diledi. Hatta beni alnımdan öptü — ki bu oldukça garipti–. Ben de afallamış bir şekilde, yüzüm ısınmıştı ve öptüğü yer yanıyordu, odama çıkıp üstümü değiştirdim. Sonra vakit kaybetmeden aşağı indim ve taksi beklemeye başladım. Çünkü eğer oraya fazla geç gidersem, saat çoktan öğlen iki olmuştu, hoş olmazdı.

Taksiden inip basamakları çıktım. Çocukken Andy'le burada oturur okulda yemediğimiz elmalarımızı yer, sohbet ederdik. Bazen düşünmeden edemiyordum, eğer Andy ve Bay Barbour yaşasaydı her şey nasıl oldurdu? Mesela Platt beni yolda görünce yine kucaklar ve halimi hatırımı sorar mıydı, yoksa beni tanımamazlıktan mı gelirdi? Onlar çoktan ölmüştü ama, annem gibi — ve babam–, bunu geri almanın bir yolu yoktu. İşler asla farklı ilerlemeyecekti. Zile basıp derin bir nefes aldım. Beklediğimin aksine kapıyı Janet (Bayan Barbour'un yardımcısı) açmıştı. "Hoş geldiniz, Bay Decker. Bayan Barbour gelmenizi bekliyordu zaten. Lütfen geçin." Kaşlarımı çattım. Çoktan biliyorlar mıydı yani? Bu benim işime gelirdi. Paltomu çıkarmaya dahi zahmet etmeden odaya girdim. Bayan Barbour yatakta oturmuş, her zamanki gibi, örgüleriyle ilgileniyordu. "Hoş geldin, Theo. Gel otur." Eliyle yanını gösterdi. Sesindeki değişimi sezmiştim. Kırılmış, soğuk? Hayır soğuk değildi. Beklediği tepkiyi aldığı halde şaşırmış gibiydi daha çok. "Bayan Barbour, ben-" Elini kaldırdı. "Üzgünüm, Theo." Derin bir nefes aldı. "Senin de tahmin ettiğin gibi Tom Cable ve Kitsey'den haberim vardı. Sana daha önce söylemediğim için özür dilerim. Sandım ki... Sandım ki senin gibi düzgün bir çocukla birlikte olursa o serseriyi unutur. Ama olmadı. Çok, çok üzgünüm." Elini avuçlarımın arasına aldım. "Bayan Barbour, sizi anlayabiliyorum. Kızınızın iyiliğini düşünüyordunuz. Hatta benimkini de. Kitsey bana çok iyi geldi, gerçekten. Onunla birlikte olmaktan sıkılmadım ya da onunla vakit geçirmekten." Aklıma Boris'in söyledikleri doldu bir anda. "Eğer onu gerçekten sevseydin kıskançlıktan kafayı falan yerdin." Haklıydı. "Ona aşık değildim ama onu önemsiyordum ve değer veriyordum." Sevgi kelimesini kullanmak saçma olurdu. Sevgi daha farklıydı sanki. Çok daha farklı. "Hâlâ da öyle ama... Tom Cable'layken nasıl olduğunu, gerçekten gülümsediğini gördüm. Beni aldatması bir yana benimleyken kendisi değildi. Asla tam olarak mutlu olamayacaktı yani. Belki de en iyisi buydu. Bu yolla olması kötü tabii ama. Bazen iyiye ulaşmak için kötü yola sapmak gerekir." Gülümsedi. Bu Bayan Barbour'un bana sunduğu en sahici gülümsemesiydi. Dolu gözlerini kırpıştırdı ve kollarını boynuma doladı. "Ah, Theo. Öyle bir çocuksun ki mahçup olması gereken kişi benken benden özür diledin. Sana minnettarım." Sırtımı sıvazladı. "Sana minnettarım."

İşin manevi kısmını halledince konu maddi kısmına geldi. Henüz yeni sipariş ettiğimiz gelinlik ve damatlık iptal edildi, iki gün sonraki nişan için kargolanan elbiselerin geldikleri gibi geri gönderilmesi kararlaştırıldı. Birbirimize aldığımız hediyeleri geri vermek çok iğrenç olacağından o konuda konuşmadık bile. Ama Kitsey'nin annemin küpelerini geri getireceğinden adım gibi emindim. Birkaç küçük detayı da hallettikten sonra ayaklandım. "Yemeğe kalmaz mısın Theo?" Kafamı olumsuz yönde salladım. "Hobie'yi yalnız bırakmamalıyım." Gerekçemi kabul edilebilir bulmuş olsa gerek ısrar etmedi. Ben de onunla vedalaşıp evden ayrıldım. Metroya binmek için yürüdüğüm sırada telefonum çaldı. "Alo, Potter. İşini bitirdin mi?"

"Evet, neden ki?" Sesi oldukça telaşlı geliyordu. "Seni eve bıraktıktan sonra Horst beni aradı. Ona yarın geleceğimizi söyledim ama kabul etmedi, bugün gelmemezi istedi. Sesi bayağı sinirli geliyordu. Sana hemen haber verecektim ama çoktan kadının yanına gitmişsindir diye aramadım. Polonyalının oraya gel." Horst sakin sessiz bir adam değil miydi? Yani en azından Boris böyle söylemişti. "Tamam geliyorum." Telefonu kapatıp bir taksi çevirdim. İş çıkış saati henüz gelmediğinden yollar boştu. On dakika dolmadan Polonyalının yerine varmışım. Boris, beni görünce ayaklandı. Üşümüş ve endişeli görünüyordu. Tek koluyla bana sarılıp elini omzuma attı ve beni arabaya yönlendirdi. "İşinin bitmiş olmasına çok sevindim dostum. Eğer tabloyu almak istiyorsak Horst'un suyuna gitmeliyiz." Önce beni sonra da kendini arabaya tıktı ve kapıyı pek de nazik olmayarak kapattı. "Horst'un mekanına gidiyoruz Gyuri." Gyuri, başını salladı ve her zamanki gibi geçen, bol bol savrulmalı oldukça tehlikeli, yolculuğun ardından kocaman, gösterişli eve vardık. "Burası mı?" Boris, sigarasını yakıp kafasını salladı. Sabah olduğu gibi dinç değildi, gözleri kızarmıştı ve fazlasıyla titriyordu. "Sen iyi misin?"

"Hayır ama kimin umrunda?" Kapıya doğru ilerlemeye başlayınca onu omzundan yakaladım. "Benim. Benim umrunda, Boris. Ağır bir şey mi kullandın yoksa üşüttün mü?" Burnunu çekti. "Yeni gelen bir malı deneyeyim dedim ama fena çarptı sanırım. Atlatırım. Merak etme yani. Hadi içeri girelim." Tekrar önüne dönüp kapıyı çaldı. Birkaç saniyenin ardından kapıyı uzun boylu, oldukça sade giyinmiş bir kadın açtı. Boris, ona içinden Horst adını adını yakalayabildiğim Felemenkçe bir şeyler söyledi ve içeri girdik. Etraf loştu, duvarlardaki tablolar ve yerdeki vazolar haricinde pek eşya yoktu. Salon olduğunu tahmin ettiğim yere geçtiğimizde oldukça kalın bir kürk giyen, gösteriş meraklısı herif, Horst'u gördüm. Otuzlu yaşlarının sonlarındaydı. Bizi görünce keyifle sırıttı. "Bugün gelebilmenize sevindim." Boris ona sinirle gülümsedi ve Rusça birkaç küfür, küçükken bana öğrettiklerinden, mırıldandı. "Sen Theodore'sun değil mi?" Kafamı salladım. "Tabloyu bulmak için elimden geleni yapıyorum. Onu satmaya çalışmazlar bu çok aptalca olur. Ama tabii olur ya, takas etmeye çalışan falan olursa ilk benim haberim olur zaten." Tablonun ne kadar önemli olduğundan, kendisinin de bir sanat tutkunu olduğundan bahsetti. Konuşmanın çoğunu Boris'le yaptı, bense sadece dinledim. Tabloyu nasıl aldığımı soracak oldu ama Boris buna izin vermedi. Sonunda ikisi el sıkıştılar. "Bir haber alırsan haber ver, Horst." Horst purosundan bir nefes çekti. "İçin rahat olsun." Daha fazla durmanın bir anlamı olmadığını fark edince, aslında ben durabilirdim tablolar oldukça güzel ve incelemeye değerdi tabii Boris beni dışarı çekiştirmeseydi, evden çıktık. Hava her zamanki gibi soğuktu ama rüzgar kesilmişti. Arabadan ters bir yöne doğru ilerleyen Boris'i durdurdum. "Nereye gidiyorsun?" Önce bana 'sevişelim mi?' demişim gibi baktı. Sonraysa arkamızda kalan arabayı gördü. "Ah, kafam karıştı herhalde. Kussam iyi gelir mi? Ya da midemi mi yıkatsam?" Onu omuzlarından arabaya doğru ittirdim. "Uyuman gerekiyor, Boris. Ama evet kussan iyi olur."

"Kut": Amcık.

"Danke": Teşekkür ederim.
(bilmiyordunuz zaten.)

Merhaba! Henüz aralarında bir şey yok ama yol yapmam gerekiyor olması için. Her neyse olur da kitabı başkaları okursa yorum yaparsanız çok mutlu olurum. Çünkü okuması çok eğlenceli oluyor. Hepsi Deniz için. Tabii ki. Öpücük.

grindeldore

the idiot | boreoHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin